e-ISSN: 2757-5241
Forbes Tıp Dergisi - Forbes J Med: 2 (3)
Cilt: 2  Sayı: 3 - 2021
1.
Kapak
Cover

Sayfa I

2.
Danışma Kurulu
Advisory Board

Sayfalar II - VI

3.
Makale Hazırlama
Manuscript Preparation

Sayfalar VII - XV

4.
İçindekiler
Contents

Sayfa XVI

EDITÖR NOTU
5.
Gelişimsel Kalça Displazisi Taraması: Evrensel ya da Seçici?
Universal or Selective: That’s the Question in Screening of Developmental Dysplasia of the Hip
Deniz Çankaya, Mehmet Yekta Öncel
doi: 10.4274/forbes.galenos.2021.44366  Sayfalar 140 - 141
Makale Özeti |Tam Metin PDF

DERLEME
6.
Fetal Kalp Değerlendirmesi
Fetal Heart Evaluation
Barış Sever, Halil Gürsoy Pala
doi: 10.4274/forbes.galenos.2021.96168  Sayfalar 142 - 149
Konjenital kalp hastalıkları en sık görülen fetal anomalilerdir. Bu anomalilerden bazıları yenidoğanın yaşamına minimal düzeyde etki edebilecekken, bazıları ise erken dönemde yenidoğan ölümlerine kadar gidebilmektedir. Erken dönemde tanı ile, yaşamla bağdaşmayan anomalilerin saptanması ve hastanın onayı ile gebeliğin sonlandırılması seçeneği sunulabilmektedir. Ayrıca birçok kardiyak anomalinin postpartum dönemde tedavisinin olması nedeniyle, bu tip anomalisi olanların saptanarak, postpartum dönemde erken ve uygun tedavi seçeneğinin gebeye sunulabilmesi önemlidir. Kardiyak anomalilere müdahale edebilecek teknik donanımın olduğu hastanelerde doğumun olması en uygun tercihtir. Tüm bu nedenlerden dolayı fetal kardiyak değerlendirme son zamanlarda güncel olarak yapılmaktadır. Teknik zorluklar, hastaya yeterli vakit ayrılamaması veya kardiyak değerlendirmede tecrübe eksikliği, fetal kalp anomalilerinin yakalanamamasına neden olmaktadır. Kardiyak anomaliler en çok yakalanamayan anomalilerin başında gelmektedir. İlk etapta çok zor bir muayene gibi gözükse de, fetal kardiyak değerlendirme aslında çok basit ve uygulanması kolay bir incelemedir. Belli bir algoritma oluşturarak, en sık görülen kardiyak anomaliler kolaylıkla saptanabilmektedir. Her klinisyen kendi fiziki şartlarına göre belli bir sıralama oluşturmalı ve bakılması gereken temel yapıları, bu sıra ile değerlendirilmelidir. Bu yazımızda, fetal kardiyak değerlendirmenin güncel yaklaşımlar eşliğinde nasıl yapılacağına dair öneriler sunduk.
Congenital heart diseases are considered the most common fetal anomalies. While some of these anomalies may have a minimal impact on the life of a newborn, some may result in neonatal deaths in the early period. With early diagnosis, detection of anomalies that are incompatible with life and termination of pregnancy with the consent of the patient can be offered as options. In addition, since many cardiac anomalies are treated during the postpartum period, it is important to detect those having this type of anomaly and offer them an early and appropriate treatment option during the postpartum period. It is highly appropriate to have delivery in hospitals that are technically equipped to handle cardiac anomalies. For these reasons, fetal cardiac evaluations are now being performed recently. Technical difficulties, inability to spare enough time for the patient or lack of experience in the cardiac evaluation may facilitate the lack of detection of fetal heart anomalies. Cardiac anomalies are among the most undetected anomalies. Although it may seem like a very difficult evaluation at first, fetal cardiac evaluation is actually a very simple and easy to perform examination. By creating a certain algorithm, the most common cardiac anomalies can be detected easily. Each clinician should establish a certain order according to their own physical conditions and the basic structures to be considered should be evaluated in this order. In this article, we present suggestions on how to perform a fetal cardiac evaluation using current approaches.

ORIJINAL ARAŞTIRMA
7.
Çocuk Yoğun Bakımda Trakeostomi: Tek Merkez Deneyimi
Tracheostomy in Pediatric Intensive Care: A Single Center Experience
Gürkan Atay
doi: 10.4274/forbes.galenos.2021.29491  Sayfalar 150 - 153
Amaç: Trakeostomi, yoğun bakım ünitesindeki kritik hasta çocuklarda en sık kullanılan cerrahi müdahalelerden biridir. Pediatrik trakeostomi; küçük ve esnek trakea, sınırlı cerrahi alan ve anestezi riski nedeniyle daha zordur. Bu çalışma üçüncü basamak bir çocuk yoğun bakım ünitesinde (ÇYBÜ) trakeostominin endikasyonlarını, komplikasyonlarını ve sonuçlarını analiz etmek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Bu çalışmada, üçüncü basamak bir üniversite hastanesi ÇYBÜ’de Ocak 2016 ile Aralık 2020 tarihleri arasında trakeostomi açılan hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Toplam 43 pediatrik hastaya trakeostomi açıldı. Hastaların yaş ortalaması 52,2 ay (minimum: 2, maksimum: 192 ay) olarak bulundu. Ortalama Pediatrik Mortalite Riski: 20,6 (minimum: 8, maksimum: 33), ortalama trakeostomi açılma süresi: 24 gün (minimum: 2, maksimum: 52) idi. Trakeostomi için en yaygın endikasyon nöromüsküler problemlere sekonder uzamış mekanik ventilasyondu (MV) (34 olgu, %79,1), bunu üst hava yolu obstrüksiyonu (9 olgu, %20,9) izledi. Hastaların 35’i (%81,4) taburcu edilirken, 8’i (%18,6) yoğun bakım izlemi sırasında kaybedildi.
Sonuç: Trakeostomi, ÇYBÜ’de özellikle uzamış MV olgularında güvenle uygulanabilecek cerrahi bir müdahaledir. Trakeostominin açılma süresi, pediatrik yoğun bakım uzmanı tarafından hasta bazlı değerlendirilerek karar verilmelidir.
Objective: Tracheostomy is one of the most frequently used surgical interventions in critically ill children in the intensive care unit. Pediatric tracheostomy; The small and flexible trachea is more difficult because of the limited surgical space and the risk of anesthesia. This study was conducted to analyze the indications, complications and outcomes of tracheostomy in a tertiary pediatric intensive care unit (PICU).
Methods: In this study, the data of patients who underwent tracheostomy in the PICU of a tertiary university hospital between January 2016 and December 2020 were evaluated retrospectively.
Results: A total of 43 pediatric patients underwent tracheostomy. The mean age of the patients was 52.2 months (minimum: 2, maximum: 192 months). Mean Risk of Pediatric Mortality: 20.6 (minimum: 8, maximum: 33), mean tracheostomy opening time: 24 days (minimum: 2, maximum: 52). The most common indication for tracheostomy was prolonged mechanical ventilation (MV) secondary to neuromuscular problems (34 cases, 79.1%), followed by upper airway obstruction (9 cases, 20.9%). While 35 (81.4%) of the patients were discharged, 8 (18.6%) died during intensive care follow-up.
Conclusion: Tracheostomy is a surgical intervention that can be safely applied in the PICU, especially in cases of prolonged MV. The opening time of the tracheostomy should be decided on a patient basis by the pediatric intensive care specialist.

8.
Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Rotavirüs Enfeksiyonu Salgını
Epidemic of Rotavirus Infection in Neonatal Intensive Care Unit
Funda Yavanoğlu Atay, Ömer Güran, Leyla Bilgin
doi: 10.4274/forbes.galenos.2021.36349  Sayfalar 154 - 157
Amaç: Yenidoğan döneminde rotavirüs enfeksiyonu görülmesi çok nadirdir. Bu çalışma da amaç rotavirüs enfeksiyonu salgını görülen bir yenidoğan yoğun bakım ünitesinde (YYBÜ) rotavirüs salgınını değerlendirmek, belirti ve bulgularını incelemek, salgının kontrol altına alınabilmesi için yapılan uygulamaları ortaya koymaktır.
Yöntem: Hastanemiz YYBÜ’de, 12 Eylül 2017 ve 15 Ekim 2017 tarihleri arasında görülen rotavirüs salgınında hastaların verileri hasta dosyalarından retrospektif olarak incelendi. Rotavirüs tanısı rotavirüs antijeninin gaitada enzim immünassay yöntemiyle gösterilmesi ile konuldu.
Bulgular: Toplam 10 olguda rotavirüs enfeksiyonu saptandı. Olguların ortalama doğum haftası 38±2,9 hafta, ortalama doğum ağırlıkları 3,075±706 gr olarak saptandı. Olguların %30’u erkek cinsiyetteydi. Hastaların takibinde en sık semptom %80 ishal olarak görüldü. Olguların %20’sinde semptom gözlenmedi. İlk olguda saptanan sekonder bakteriyemi dışında diğer olgularda komplikasyon gözlenmedi.
Sonuç: YYBÜ’de rotavirüs salgını nadir görülen bir durumdur. Yenidoğanda enfeksiyon genellikle hafif seyirlidir fakat hastalar komplikasyonlar açısından takip edilmelidir. Salgını kontrol altına almak için sıkı dezenfeksiyon yöntemleri ve hastaların izolasyonu gerekmektedir.
Objective: To evaluate rotavirus epidemic in a neonatal intensive care unit (NICU) and to contribute to the literature on rotavirus outbreak in the newborn.
Methods: An epidemic of rotavirus infection was seen in the NICU of our hospital in September 12, 2017 and October 15, 2017. Diagnosis of rotavirus infection in 10 patients was demonstrated by serological tests.
Results: Ten patient was diagnosed rotavirus infections which were analyzed. Mean gestastion age and mean birth weight 38±2.9 week, 3.075±706 gr respectively. Eight patient (80%) has diarrhea. Only one patient who was the first case had sekonder bacterimia. No other patients had additional complication.
Conclusion: Rotavirüs infection in newborns is usually mild, but should be followed up for complications. Strict disinfection methods and isolation of patients are required to control the epidemic.

9.
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi'nde Okuyan Öğrencilerin Sosyal Medya Bağımlılık Düzeyi ve Günlük Yaşam Aktivitelerine Etkisi
The Effect of Social Media Addiction Level on the Daily Life Activities of Students at İzmir Kâtip Çelebi University
Ebru Eyibilen, Talha Burak Doğan, Berfin Sür, Süreyya Gül Yurtsever
doi: 10.4274/forbes.galenos.2021.17136  Sayfalar 158 - 165
Amaç: Sosyal medyanın gittikçe popüler olması ile birlikte sunduğu imkanlar, sosyal paylaşım ağları kullanıcılarının oldukça ilgisini çekmektedir. Ancak, sosyal medyanın aşırı ve problemli bir şekilde kullanılması, insanların bireysellikleri üzerinde özellikle “toplumla bağ kurma” noktalarında birtakım aksaklıklara ve en önemlisi psikolojik bağımlılıklara neden olmaktadır. Bu çalışmada İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi 18-30 yaş arası lisans öğrencilerinde sosyal medya kullanımının günlük yaşama etkisi internet üzerinden anket uygulanarak değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Aralık 2020-Nisan 2021 tarihleri arasında üniversitemizden 18 farklı bölümden 236 öğrenci çalışmamıza katılmıştır. Katılımcılara sorulan sorular iki kısımdan oluşmuştur. Birinci kısım kişisel bilgi formundan (yaş, cinsiyet, sosyal medya kullanımı, günlük sosyal medya kullanım süresi vb.) ikinci kısım ise sosyal medya bağımlılığını ölçen (öğrencilerin sosyal medya kullanımının günlük yaşamına etkisi) sorulardan oluşur. Verilerin analizinde Statistical Package for the Social Sciences paket programı kullanılmıştır.
Bulgular: Yapılan analizler sonucunda sosyal medya kullanıp kullanmamak ile sosyal medya bağımlılığı arasında anlamlı bir ilişki çıkmamıştır (p>0,05). Ancak günlük sosyal medya kullanım süresi ile sosyal medya kullanımının günlük yaşama etkisi karşılaştırıldığında anlamlı bir sonuç elde edilmiştir (p<0,05).
Sonuç: Sosyal medya kullanım süresinin günlük yaşama birçok açıdan etkili olduğu görülmüştür. Özellikle bağımlılık davranışlarında sosyal medya kullanım süresi önemli bir faktördür.
Objective: With the increasing popularity of social media, the possibilities offered by social media attract the attention of users of social networks. However, excessive and problematic use of social media causes some defects on people’s individuality, especially at the point of “connecting with the society” and most importantly, psychological dependencies. In this study, we aimed to analyze the effect of social media on the daily life by applying an online survey of İzmir Kâtip Çelebi University undergraduate students aged 18-30.
Methods: Two hundred thirty-six people from 18 different departments participated to the study between December 2020-April 2021. Asked questions to participants consist of two parts. First part includes personal information form (age, gender, social media usage, daily social media usage time, etc.) second part includes social media addiction questions (the impact of students’ use of social media on their daily life). Statistical Package for the Social Sciences program was used in the analysis of the data.
Results: As a result of the analysis, no significant relationship was found between social media usage and social media addiction (p>0.05). However, when the duration of daily social media usage is compared with the effect of social media use on daily life, a significant result has been obtained (p<0.05).
Conclusion: It has been observed that the duration of social media usage affects the daily life in various ways. The duration of social media use is an important factor, especially in addictive behaviors.

10.
Bir Eğitim Aile Sağlığı Merkezine Başvuran ve Herhangi Bir Nedenle Proton Pompa İnhibitörü Kullanan Hastaların Tedavi Farkındalık Düzeyi
Awareness Level of Patients Using Proton Pump Inhibitor Applying to a Training Family Health Center
Medine Çetin Erden, Gülseren Pamuk, Burak Erden, Esra Meltem Koç
doi: 10.4274/forbes.galenos.2021.41736  Sayfalar 166 - 170
Amaç: Proton pompası inhibitörleri (PPİ), dünyada en çok kullanılan ilaçlar arasında üçüncü sıradadır. İstenmeyen etkilerinin bilinmemesinden kaynaklı son yıllarda gereksiz kullanımında artış meydana gelmiştir. Çalışmanın amacı birinci basamakta hastaların PPİ kullanım durumlarını incelemek ve yan etki ve tedavi farkındalıklarını saptamaktır.
Yöntem: Çalışma tanımlayıcı kesitsel tiptedir. Katılımcılara 23 soruluk “PPİ tedavisi farkındalığının araştırılması anketi” uygulanmıştır. Anlamlılık düzeyi p<0,05 alınmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan 257 bireyin yaş ortalaması 58,09±15,92, %63,4’ü kadındı. Katılımcıların sadece %23,3’ünün PPİ’lerin yan etkisi konusunda bilgisi vardı. Herhangi bir ek hastalığı olanlarda, 6 ay ve üzerinde PPİ kullanım sıklığı daha fazla idi ve bu durum istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0,05). İki yıldan fazla süredir PPİ kullananların %41,1’i daha önce hiç endoskopi yaptırmamıştı (p>0,05).
Sonuç: PPİ reçete eden hekimler, uzun süreli kullanılacaksa, mümkün olan en düşük dozda reçete etmelidirler. Hastaların uygunsuz uzun süreli PPİ kullanınımından kaçınmak için, periyodik kontrollerde hastalar iyi sorgulanmalı ve klinik seyir olumluysa “on-demand” yani talep tedavisi uygulanmalıdır. PPİ’lerini mümkün olan en düşük süre ve en uygun dozda kullanmak gerekmektedir. PPİ’lerin başlanmasına olduğu kadar, ilacın sonlandırılması açısından da standart kılavuzlara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.
Objective: Proton pump inhibitors (PPI) are the third most widely used drugs in the world. Due to the unknown side effects, there has been an increase in its unnecessary use in recent years. The aim of the study is to examine the PPI use status of patients in primary care and to determine their awareness of side effects and treatment.
Methods: The study is of descriptive cross-sectional type. “Investigation of PPI treatment awareness questionnaire” was applied to 257 people. The significance level was taken as p<0.05.
Results: The mean age of 257 individuals participating in the study was 58.09±15.92, 63.4% were female. Only 23.3% of the participants had knowledge of the side effects of PPIs. The frequency of PPI use for 6 months or more was higher in those with any comorbidity, and this was statistically significant (p<0.05). 41.1% of those using PPI for more than 2 years had never had an endoscopy before (p>0.05).
Conclusion: Physicians prescribing a PPI should prescribe the lowest dose possible if it is to be used longterm. In order to avoid inappropriate long-term use of PPIs, patients should be questioned well at periodic controls and if the clinical course is positive, on-demand treatment should be applied. It is necessary to use PPIs for the lowest time possible and at the most appropriate dose. It is thought that standard guidelines are needed in terms of discontinuing the drug as well as initiating PPIs.

11.
Endojen Eritropoietinin Parathormon Salgısı Üzerine Etkileri
Effects of Endogen Erythropoietin on Parathormone Secretion
Edip Gönüllü, Sezai Özkan, Cihan Adanaş, Mehmet Fatih Özbay, Esat Kılıç, Murat Atmaca
doi: 10.4274/forbes.galenos.2021.33043  Sayfalar 171 - 174
Amaç: Hipotezimiz, doku hipoksisinin parathormon (PTH) kadar eritropoietin salgısını da artıracağıydı. Bu hipotezi doğrulamak için pnömatik turnike ile ortopedik cerrahi geçiren hastalar endojen doku hipoksisi açısından değerlendirildi.
Yöntem: Bu çalışmaya pnömatik turnike ile ortopedik cerrahi uygulanan 20 hasta dahil edildi. Altısına tanısal artroskopi, 14’üne ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu yapıldı. Ameliyatların tamamı spinal anestezi altında yapıldı. Paratiroid hormonu, eritropoietin, kalsiyum ve fosfor düzeylerinin iskemi öncesi ve sonrasındaki seri konsantrasyonları arasındaki farkların saptanması için eşleştirilmiş t-testini kullandık, burada “p değerlerinin” <0,05 olması anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Hastaların ameliyat sırasında maruz kaldıkları ortalama iskemi süresi 57,40±22,65 dakika idi. İskemi sonrası paratiroid hormonu ve eritropoietin seviyeleri anlamlı olarak yükseldi (p<0,001; p<0,001). İskemi öncesi ve sonrası hastalarda kalsiyum ve fosfor düzeylerinde anlamlı bir fark yoktu. Paratiroid hormonu ile eritropoietin düzeyleri arasında pozitif korelasyon vardı (p<0,05).
Sonuç: Çalışmamız doku hipoksisine yanıt olarak eritropoietin düzeylerindeki artışın PTH salınımını artırdığını gösteren ilk çalışma olması ile ayırt edilmektedir.
Objective: We hypothesize that tissue hypoxia would increase erythropoietin, as well as parathormone (PTH), secretion. To verify this hypothesis, patients who had undergone orthopedic surgery with a pneumatic tourniquet were evaluated for endogenous tissue hypoxia.
Methods: This study included 20 patients who underwent orthopedic surgery with a pneumatic tourniquet, wherein, 6 had diagnostic arthroscopy and 14 had anterior cruciate ligament reconstruction. All operations were performed under spinal anesthesia. The paired t-test was used to detect the differences between serial concentrations of parathyroid hormone, erythropoietin, calcium, and phosphorus levels before and after ischemia, where “p values” of <0.05 were considered significant.
Results: The average duration of ischemia that patients were exposed to during surgery was 57.40±22.65 min. After ischemia, parathyroid hormone and erythropoietin levels were significantly elevated (p<0.001; p<0.001). No significant difference was found in calcium and phosphorus levels in patients before and after ischemia. A positive correlation was found between parathyroid hormone and erythropoietin levels (p<0.05).
Conclusion: Our study is the first to show that the increase in erythropoietin levels in response to tissue hypoxia and increases the release of PTH.

12.
Pandemi Sürecinde Yoğun Bakım Hemşireliği: Algılanan Stresin Merhamet Yorgunluğuna Etkisi
Intensive Care Nursing During the Pandemia Process: The Effect of Perceived Stress on Compassion Fatigue
Aliye Okgün Alcan, Kübranur Yıldız
doi: 10.4274/forbes.galenos.2021.53825  Sayfalar 175 - 181
Amaç: Koronavirüs hastalığı-2019 pandemisinin yoğun bakım hemşirelerinin algıladıkları stres seviyesini artırarak merhamet yorgunluğuna neden olabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle tanımlayıcı tipteki bu araştırma pandemi sürecinde yoğun bakım hemşirelerinin algıladıkları stresin merhamet yorgunluğuna etkisinin belirlenmesi amacıyla yürütülmüştür.
Yöntem: Çalışmanın örneklemini aktif olarak internet kullanabilen ve araştırmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden 149 yoğun bakım hemşiresi oluşturmaktadır. Araştırmanın verileri Veri Toplama Formu, Algılanan Stres Ölçeği (ASÖ) ve Merhamet Yorgunluğu Kısa Ölçeği (MY-KÖ) kullanılarak internet üzerinden toplanmıştır. Araştırmanın yürütülebilmesi için bir üniversitenin Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’ndan yazılı izin alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, tek yönlü varyans analizi, bağımsız gruplar t-testi, Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır.
Bulgular: Bu araştırmada yoğun bakım hemşirelerinin %98,7’si pandemi sürecinde stres yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Yoğun bakım hemşirelerinin ASÖ toplam puan, MY-KÖ toplam puan, ikincil travma ve tükenmişlik alt boyut puan ortalamalarının sırasıyla 46,42±7,46, 76,80±23,37, 27,87±11,17 ve 48,93±15,01 olduğu saptanmıştır. ASÖ ve MY-KÖ puan ortalamaları arasında pozitif yönde yüksek düzeyde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur.
Sonuç: Sonuç olarak bu çalışmada pandemi sürecinde yoğun bakım hemşirelerinin algıladıkları stres ve merhamet yorgunluğu düzeyinin yüksek olduğu belirlenmiştir. Ayrıca hemşirelerin algıladıkları stres düzeyi arttıkça merhamet yorgunluğu düzeyinin de arttığı saptanmıştır. Yoğun bakım hemşirelerinin psikososyal açıdan izlenmesi ve desteklenmesi önerilmektedir.
Objective: It is thought that the Coronavirus disease-2019 pandemic may cause compassion fatigue by increasing the perceived stress level of intensive care nurses. For this reason, this descriptive study was carried out to determine the effect of the intensive care nurses perceived stress on compassion fatigue during the pandemic process.
Methods: The study sample consists of 149 intensive care nurses who can actively use the internet and agree to participate in the study voluntarily. The data of the study were collected via internet using Data Collection Form, Perceived Stress Scale and Compassion Fatigue Short Scale. Written permission was obtained from the Non-Interventional Clinical Research Ethics Committee of a university to conduct the study. Descriptive statistics, one-way analysis of variance, independent groups t-test, Pearson correlation analysis were used to evaluate the data.
Results: In this study, 98.7% of the intensive care nurses stated that they experienced stress during the pandemic process. Intensive care nurses Perceived Stress Scale total score, Compassion Fatigue Short Scale total score, secondary trauma and burnout subscale mean scores were 46.42±7.46, 76.80±23.37, 27.87±11.17 and 48.93±15.01 respectively. A highly significant positive correlation was found between the Perceived Stress Scale and Compassion Fatigue Short Scale mean scores.
Conclusion: As a result, in this study, it was determined that the perceived stress and compassion fatigue level of intensive care nurses during the pandemic process was high. In addition, it was found that as the level of stress perceived by nurses increased, the level of compassion fatigue also increased. Psychosocial monitoring and support of intensive care nurses is recommended.

OLGU SUNUMU
13.
Mitral Kapak Obstrüksiyonuna Neden Olan Kalp Şekilli Dev Sol Atrial Miksoma
Mitral Valve Obstruction Caused by Heart-shaped Large Left Atrial Myxoma
Oktay Şenöz, Ferhat Yurdam, Fatma Nur Tomakin, Zeynep Yapan Emren, Volkan Emren
doi: 10.4274/forbes.galenos.2021.57966  Sayfalar 182 - 184
Miksoma, çoğunlukla 30 ile 60 yaşlar arasında saptanan ve en sık görülen benign primer kardiyak tümördür. Primer kardiyak tümörlerin yaklaşık %50'sini oluşturur. En sık sol atriyum yerleşimlidirler ve kadınlarda daha sık görülür. Miksomalar; büyüklüğüne, yüzey yapısına ve bulundukları kalp boşluklarına göre farklı klinik tabloya neden olabilirler. Mitral kapak obstrüksiyonuna neden olarak mitral darlığı semptomlarını ortaya çıkarabilirler. Senkop nadir görülen ancak hayatı tehdit edebilen bir semptom olup erken cerrahi tedavi gerektirir. Bu yazıda mitral kapak obstrüksiyonuna neden olan dev sol atrial miksomalı nadir bir olgu sunulmuştur.
Myxoma is one of the most common benign primary cardiac tumors, usually detected at ages between 30 and 60 years. It accounts for 50% of the primary cardiac tumors. The most common location of a myxoma is the left atrium. Myxomas are more prevalent in females. The clinical outcomes can differ depending on the tumor’s size, location, and architecture. The clinical picture can mimic mitral stenosis, which causes mitral valve obstruction. Syncope is a rare but life-threatening symptom and requires early surgical treatment. This paper describes a patient with a large left atrial myxoma, causing mitral valve obstruction.

LookUs & Online Makale