e-ISSN: 2757-5241
Forbes Tıp Dergisi - Forbes J Med: 1 (2)
Cilt: 1  Sayı: 2 - 2020
1. 
Kapak
Cover

Sayfa I

2. 
İçindekiler
Contents

Sayfalar II - XII

DERLEME
3. 
Nöromusküler Hastalıkların Tanısında Kas ve Sinir Biyopsilerinin Önemi
The Importance of Muscle and Nerve Biopsies in the Diagnosis of Neuromuscular Diseases
Gülden Diniz
doi: 10.5222/forbes.2020.18291  Sayfalar 23 - 29
Geçmiş yüzyıldaki teknik ve bilimsel gelişmelerle, her ne kadar enfeksiyonların etyopatogenezi büyük oranda aydınlatılmış olsa da; günümüzde hala bir çok konu çok net değildir. Hocalarımızın “hastalık yoktur hasta vardır” sözü günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Çünkü enfeksiyonlarda patojenin virulansı kadar, konakçının immun cevabı da önem taşımakta ve hastalık seyri kişiye göre çok değişebilmektedir. Sitokin Fırtınası tam da konakçı cevabının çok fazla ön plana çıktığı bir hastalıklar grubunda görülmektedir. Bu nedenle daha çok Sitokin Fırtınası Sendromundan bahsedilir.
Sitokin Fırtınası Sendromu (Cytokine Storm Syndrome=CSS), faklı enflamatuar etyolojiler nedeniyle ortaya çıkıp; karşı konulamayacak kadar şiddetli sistemik enflamasyon, hemodinamik dengesizlik, çoklu organ yetmezliği ve potansiyel olarak ölüme kadar götüren bir hastalık grubudur. İlk olarak 2003 yılında viral etken olarak İnfluenzada görüldükten sonra, günümüzde Coronaviridea familyasından en son insanda hastalık yaptığı tespit edilen SARS-Cov, MERS-CoV ve SARS-CoV2’de CSS görülmüştür. Yeni bulunan SARS-CoV2, milyonları tehdit eden COVID-19 hastalığına neden olmaktadır. COVID-19 hastalığında kontrolsüz olarak salınan proenflamatuar medyatörler, akut respiratory distress syndrome (ARDS) ve sitokin fırtınası sendromuna neden olmaktadır.

ORIJINAL ARAŞTIRMA
4. 
Ventrogluteal Enjeksiyona Yönelik Eğitimin Sağlık Çalışanlarının Bilgi Düzeyleri ve Tercihlerine Etkisi
The Effect of the Ventrogluteal Injection Training on the Knowledge Levels and Preferences of Health Professionals
Ahu Çırlak, Nur Temiz, Merve Başol
doi: 10.5222/forbes.2020.02997  Sayfalar 30 - 35
GİRİŞ ve AMAÇ: Ventrogluteal enjeksiyona yönelik verilen eğitimin sağlık çalışanlarının intramüsküler enjeksiyonda ventrogluteal bölgenin kullanımına yönelik bilgi düzeyleri ve tercihleri üzerine etkisini belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu yarı deneysel bir çalışma ön-test son test deseninde yürütülmüştür. Çalışma özel bir hastanede Ocak-Eylül 2018 tarihinde 81 sağlık çalışanı ile yapılmıştır. Veriler litera- tür doğrultusunda oluşturulan bir soru formu ile toplanmıştır. Katılımcılar, anket formunu doldurduktan sonra gruplara ayrılmıştır. Her gruba 2 saatlik sınıf içi teorik ve maket üzerin- de birebir uygulamalı eğitim verilmiştir. Eğitimden sonra katılımcıların ventrogluteal enjek- siyona ilişkin yetkinlikleri araştırmacılar tarafından hazırlanan bir form ile değerlendirilmiştir. Altı ay sonra aynı soru formu ile ventrogluteal bölgenin kullanımına yönelik bilgi düzeyleri ve tercihleri yine değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Katılımcıların eğitim sonrasında ventrogluteal bölgeye yönelik bilgi önermeleri 0ortalama doğru yanıt sayılarının arttığı görülmüştür. Eğitim öncesinde katılımcıların %60,5’inin ventrogluteal bölgeye enjeksiyon yapmadığı, eğitim sonrası ventrogluteal böl- geye enjeksiyon yapmayanların oranının %29,6’ya düştüğü belirlenmiştir. Eğitim öncesinde dorsagluteal bölgeyi tercih edenlerin %27,5’i eğitim sonrasında ventrogluteal bölgenin ilk tercih edecekleri bölge olduğunu belirtmişlerdir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Eğitim sonrası ventrogluteal bölgeye enjeksiyon yapmak için yetkinlik almalarına rağmen beklenenden daha az kişinin İM enjeksiyonda ventrogluteal bölgeyi ilk tercih olarak seçtiği belirlenmiştir. Sonuç olarak, sağlık çalışanlarına hizmet içi eğitim verilmesi ve klinik uygulamalar sırasında ventrogluteal bölgeyi intramüsküler enjeksiyonlar için kullanmaları teşvik edilmelidir.

5. 
Koroid Pleksus Ksantogranülomu: Bilgisayarlı Tomografi ve Manyetik Rezonans Görüntüleme Bulguları
Computed Tomography and Magnetic Resonance Assessment of Choroid Plexus Xanthogranulomas
Sedat Altay
doi: 10.5222/forbes.2020.58066  Sayfalar 36 - 41
GİRİŞ ve AMAÇ: Geriye dönük, rastlantısal olarak, koroid pleksus ksantogranülomu (KPK) saptanan 75 erişkin hasta kontrastsız beyin bilgisayarlı tomografi (BT) ve kontrastlı beyin manyetik rezonans (MRG) görüntüleri ile değerlendirilmiştir. Bu çalışmada amacımız, KPK’nın görüntüleme özelliklerinin BT ve MRG ile belirlenmesi, difüzyon ağırlıklı görüntüleme (DAG) ve görünür difüzyon katsayısı (GDK) ile beyaz cevher ile KPK arasındaki farkı değerlendirip, KPK hastalarının takip ve tedavinin izleminde kullanılabilmesini sağlamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, 5-25 mm arası lezyonlar değerlendirildi. Tüm lezyonlarda BT ve MR görüntülerinde KPK ve beyaz cevher GDK ölçümleri yapıldı. İstatistik için bağımsız örneklem t testi kullanıldı. Kraniyal operasyon ve herhangi bir malignite öyküsü olan olgular metastaz olasılığı nedeniyle çalışma dışı bırakıldı.
BULGULAR: Kırk bir hastada iki taraflı, 34 hastada tek taraflı KPK saptandı. BT de, 21 hastada iki taraflı, 44 hastada tek taraflı KPK kalsifikasyonları izlendi. On hastada beyin BT de kalsifikasyon izlenmedi. Tüm lezyonların en geniş ve kalsifik olmayan kısımlarından GDK ölçümü yapıldı. GDK 1,33-1,69x10-3 mm2/s, ortalama değeri 1,48x10-3 mm2/s bulundu. Tüm olgularda GDK değeri beyaz cevherden düşük bulundu. Heterojen iç yapıdaki KPK izlenen olgularda GDK değeri, homojen görünümdeki olgulara göre, yüksek ve beyaz cevhere daha yakın bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: KPK tanısında GDK değeri tanıda yararlıdır. Sonuç olarak, GDK değeri takibi koroid pleksus kistleri tanı ve takibinde yararlıdır.

6. 
İzole Konjenital Kalp Hastalılarında Obstetrik ve Neonatal Sonuçlar - Tek Merkez Deneyimi
Obstetric and Neonatal Outcomes in Congenital Isolated Cardiac Anomalies - Single Center Experience
Erkan Çağlıyan, Samican Ozmen, Süreyya Sarıdaş Demir, Aslı Akdöner, Sabahattin Altunyurt, Burak Deliloglu, Kaan Yıldız, Halise Zeynep Genç, Mustafa Kır
doi: 10.5222/forbes.2020.39974  Sayfalar 42 - 50
GİRİŞ ve AMAÇ: Konjenital kalp hastalıklarının prenatal tanısının, postnatal tanıya göre daha iyi uzun dönem sonuçlar ve daha az mortalite oranlarıyla ilişkisi olduğuyla ilgili kanıtlar vardır. Bu çalışmada, izole kardiak anomalisi olan infantların, neonatal dönem sonuçları, operasyon veya girişim gereksinimi olup olmadıkları ve ilk 1 yaş içerisindeki mortalite sonuçları retrospektif olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, Nisan 2013 ile Aralık 2019 tarihleri arasında, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı ve Pediatrik Kardiyoloji Anabilim Dalında, antenatal dönemde izole fetal kardiyak anomali tanısı alan, doğumu ve doğum sonrası izlemi aynı merkezde gerçekleşen 47 hastanın, kayıtlarının retrospektif incelenmesi ile yapılmıştır.
BULGULAR: Merkezimizde doğum yapan hastaların, 36’sı sezaryenle, 11’i vajinal yolla doğumunu gerçekleştirmiştir. İki bebek düşük doğum ağırlığıyla dünyaya gelmiştir (<2500 g). Bu bebeklerde hipoplastik sol kalp ve fallot tetralojisi izlenmiştir. İzole kardiyak anomali ile doğan 47 yenidoğanın, 39’u doğum sonrası opere edilmiştir. Beş hastaya takip önerilmiştir. Geri kalan 3 bebek postpartum ilk 48 saat içerisinde ex olmuştur. Opere olan bebeklerde sağ kalım %59,5, genel sağ kalım %59,5’tir. İnfantların 1. dk. APGAR skoru ortalaması 7,8 (3-9); 5. dk. APGAR skoru ortalaması 9,0 (8-10)’dır. Ortalama operasyon günü, postpartum 3. gün, ortalama yenidoğan yatış süresi 12 gündür. 29 bebeğin preoperatif solunum desteği gereksinimi olmuş, 37 bebek prostaglandin E1 infüzyonu almıştır. Bir ay-1 yaş arası dönemde 3 bebeğe takip önerilmiş, 5 bebeğin bu dönemde operasyon gereksinimi olmuş ve 2 bebek bu dönemde ex olmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Konjenital kalp hastalıklarının prenatal olarak tanınması, doğumun üçüncü basamak merkezlerde planlanması, infantların, preoperatif dönemde stabil hale getirilmesi ve acil müdahalelerin yapılabilmesine olanak sağlamaktadır.

OLGU SUNUMU
7. 
Nadir Görülen Nazofarengeal Teratom Olgusu
A Rare Case of Nasopharyngeal Teratoma
İbrahim Ömeroğlu, Halil Gursoy Pala
doi: 10.5222/forbes.2020.80299  Sayfalar 51 - 54
Oral teratom, hemen hemen yalnızca bebeklerde ve genellikle yenidoğanlarda görülen nadir bir konjenital tümördür. Canlı doğumların görülme sıklığı 1: 35.000 ile 1: 200.000 arasında değişmektedir. 6: 1 oranında kadın egemenliği vardır. Teratomlar baş ve boyun bölgesinde nadirdir ve tüm olguların %5’inden azını temsil eder.
Bu makalede, gebeliğin ikinci trimestrinde kliniğimize refere edilen ve ultrasonografik olarak teratom saptanan bir “nazofarengeal teratom” olgusu sunulmuştur.

LookUs & Online Makale