e-ISSN: 2757-5241
Forbes Tıp Dergisi - Forbes J Med: 1 (3)
Cilt: 1  Sayı: 3 - 2020
1.
Kapak
Cover

Sayfa I

2.
İçindekiler
Contents

Sayfalar II - XI

DERLEME
3.
COVID-19 ve Sitokin Fırtınası
COVID-19 and Cytokine Storm
Mustafa Kurtuluş, Ibrahim Pirim
doi: 10.5222/forbes.2020.79188  Sayfalar 55 - 60
Geçmiş yüzyıldaki teknik ve bilimsel gelişmelerle, her ne kadar enfeksiyonların etyopatogenezi büyük oranda aydınlatılmış olsa da; günümüzde hala bir çok konu çok net değildir. Hocalarımızın “hastalık yoktur hasta vardır” sözü günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Çünkü enfeksiyonlarda patojenin virulansı kadar, konakçının immun cevabı da önem taşımakta ve hastalık seyri kişiye göre çok değişebilmektedir. Sitokin Fırtınası tam da konakçı cevabının çok fazla ön plana çıktığı bir hastalıklar grubunda görülmektedir. Bu nedenle daha çok Sitokin Fırtınası Sendromundan bahsedilir.
Sitokin Fırtınası Sendromu (Cytokine Storm ²Syndromes= CSS), faklı enflamatuar etyolojiler nedeniyle ortaya çıkıp; karşı konulamayacak kadar şiddetli sistemik enflamasyon, hemodinamik dengesizlik, çoklu organ yetmezliği ve potansiyel olarak ölüme kadar götüren bir hastalık grubudur. İlk olarak 2003 yılında viral etken olarak İnfluenza’da görüldükten sonra, günümüzde Coronaviridea familyasından en son insanda hastalık yaptığı tespit edilen SARS-Cov, MERS-CoV ve SARS-CoV2’de CSS görülmüştür. Yeni bulunan SARS-CoV2, milyonları tehdit eden COVID-19 hastalığına neden olmaktadır. COVID-19 hastalığında kontrolsüz olarak salınan proenflamatuar medyatörler, acut respiratory distress syndrome (ARDS) ve sitokin fırtınası sendromuna neden olmaktadır.
Although the etiopathogenesis of infections has been largely illuminated by technical and scientific developments in the past century; many issues are still not clear today. The word “there is no disease, there is a patient” is stil valid today. Because the immune response of the host is as important as the virulence of the pathogen in infections and disease course can vary a lot according to the person. Cytokine Storm is seen exactly in a group of diseases where the host response is very prominent. For this reason, Cytokine Storm Syndrome (CSS) is mostly mentioned.
CSS emerging due to different inflammatory etiologies; it is an overwhelming systemic inflammation, hemodynamic imbalance, multiple organ failure, and potentially leading to death. After being first seen in Influenza in 2003 as a viral agent, CSS was seen in SARS-Cov, MERS-CoV and SARS-CoV2, which were found to be the las thuman disease from the Corona viridea family.The novel coronavirus SARS-CoV2 causes COVID-19, a pandemic threatening millions. Uncontrolled production of pro-inflammatory mediators contributes to, acut respiratory distress syndrome (ARDS) and cytokine storm syndrome in COVID-19.

ORIJINAL ARAŞTIRMA
4.
Prematür Ovaryen Yetmezlikli Hastalarda Karyotip Değerlendirmesi
Karyotype Evaluation in Patients with Premature Ovarian Failure
Aslı Akdöner, Murat Celiloglu, Erkan Cagliyan, Murat Derya Erçal, Elçin Bora, Tufan Çankaya
doi: 10.5222/forbes.2020.47955  Sayfalar 61 - 67
GİRİŞ ve AMAÇ: Kromozom anomalileri, prematür ovaryen yetmezliğin önemli nedenlerinden birisidir ve reprodüktif yönetimde kromozom analizinin önemi doğrulanmıştır. Sayısal ve yapısal kromozom anomalileri, özellikle X kromozomunun yapısal anomalileri, X-otozomal kromozom translokasyonları ve ilişkili X kromozomu anöploidileri literatürde en çok tanımlanan kromozom anomalileridir. Bu çalışmada, kliniğimizde takip edilmiş prematür ovaryen yetmezlikli hastalarda kromozom anomalilerinin sıklığını ve tipini değerlendirmek, bulguları güncel literatür ışığında tartışmak ve sonuçların yeni çalışmalara öncü olmasını sağlamak amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Merkezimizin kadın hastalıkları ve doğum anabilimdalı üreme endokrinolojisi ve infertilite, menopoz polikliniği arşivinden 2002-2017 yılları arasında prematür ovaryen yetmezlik tanısı ile takip edilen 65 hastanın dosyaları tarandı. Hastaların yaşları, sigara, alkol kullanımları, menarş ve menopoz yaşı, hormon replasman tedavisi alıp almadıkları, ek hastalıkları, obstetrik öyküleri dosya bilgilerinden tarandı. Hastaların laboratuar sonuçları dosya bilgilerinden kaydedildi. FSH, LH, Estradiol, Prolaktin, TSH, fT3, fT4, Anti-TPO, Anti-TG, TRAB, Kortizol, ANA, İnsülin, Açlık Glikoz değeri, LDL, HDL, Trigliserit, Total Kolesterol, Anti Müllerian Hormon değerleri dosya bilgilerinden kaydedildi. Karyotip sonuçları dosya bilgilerinden kaydedildi.
BULGULAR: Olguların ortalama tanı yaşı 32,6, ortalama vücut kitle indeksi 23,4(kg/m²) olarak saptandı. Olguların 60’ında(% 92,3) normal karyotip(46+XX), 5'inde(% 7,7)(4’ü 46+XX/45+X, 1’i 46+XY/45+X) anormal karyotip saptandı. Normal karyotipe sahip olgularda ortalama fT3 değeri, anormal karyotipli olgulara göre anlamlı olarak daha yüksek saptandı(p: 0,019).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Prematür ovaryen yetmezlikli hastalarda yüksek olarak rastlanan X kromozomu kaybı oranını göz önüne alırsak, prematür ovaryen yetmezliğin geniş bir spektrumda kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Sonuçta, sitogenetik araştırmaların, yaştan bağımsız olarak, prematür ovaryen yetmezlikli olgularda rutin olarak değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir.
INTRODUCTION: Chromosome anomalies are one of the major causes of premature ovarian failure and the importance of chromosome analysis in reproductive management has been confirmed. Numerical and structural chromosome anomalies, especially structural anomalies of the X chromosome, X-autosome translocations and X-chromosome aneuploidies, are the chromosome anomalies most commonly described in the literature. In this study, we aimed to evaluate the frequency and type of chromosomal anomalies in the patients with premature ovarian failure admitted to our clinic and to discuss the findings in the light of current literature and to provide guidance to new studies.
METHODS: The files of the patients, who were diagnosed with premature ovarian failure between 2002 and 2017, were screened from the archive of the division of reproductive endocrinology and infertility in the department of obstetrics and gynecology at our center. 65 patients were included in the study. Information about age, smoking, alcohol use, age at menarche and menapose, hormone replacement therapy usage, additional disease and obstetric history were obtained from files. The laboratory results of the patients were obtained from files. FSH, LH, estradiol, prolactin, TSH, fT3, fT4, Anti-TPO, Anti-TG, TRAB, cortisol, ANA, Insulin, fasting blood glucose, LDL, HDL, triglyceride, total cholesterol, anti-Mullerian hormone levels were recorded from files. The karyotype results were recorded from files.
RESULTS: The mean age at diagnosis was 32.6 years.The mean body mass index was 23.4(kg/m²). 60(92.3%) had normal karyotype(46+XX). 5(7.7%) had abnormal karyotype(4 had 46+XX/45+X and 1 had 46+XY/45+X). The mean value of fT3 is significantly higher in cases with normal karyotype(p: 0.019).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Considering the high rate of X chromosome loss in patients with premature ovarian failure, we can say that premature ovarian failure manifests itself in a wide spectrum. In conclusion, it can be said that cytogenetic studies should be evaluated routinely in cases with premature ovarian failure regardless of age.

5.
Solunum Sıkıntısı Bulunan 1250 Gram Üzeri Preterm Bebeklerde Profilaktik Kafein Kullanımının Yararları
Benefits Of Caffeine: Birth Weigth Over 1250 g Infants With Respiratuar Distress
Ezgi Yangın Ergon, Ruya Colak, Meltem Kıvılcım, Meral Yıldız, Senem Alkan Özdemir, Ferit Kulali, Sebnem Calkavur
doi: 10.5222/forbes.2020.57441  Sayfalar 68 - 74
GİRİŞ ve AMAÇ: Profilaktik kafein tedavisi, prematüre bebeklerde apne sıklığını azaltır. Ayrıca <1250 g doğan bebeklerde ek solunum desteği gereksinimini ve aralıklı hipoksi sıklığını azalttığı iyi bilinmektedir. Çalışmanın amacı; >1250 g ve solunum sıkıntısı bulunan preterm bebeklerde profilaktik kafein kullanımının neonatal ve uzun dönem sonuçlara etkilerinin belirlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Prospektif randomize kontrollü olarak gerçekleştirilen çalışmaya, 32-34 GH’da, 1.250-2.000 g aralığında doğan, solunum sıkıntısı nedeniyle entübe olan veya en az 48 saat nazal ventilasyon gereksinimi olan bebekler dahil edildi. Bir gruba solunum desteğinin yanı sıra doğumdan itibaren Kafein sitrat 20 mg/kg yükleme, 5 mg/kg idame uygulanırken, diğer gruba yalnızca solunum desteği verildi. Uzun dönem nörolojik ve gelişimsel sonuçları Bayley-II ile kaydedildi.
BULGULAR: Altmış sekiz bebek çalışmaya alındı [Kafein(+): 34, kontrol: 34]. Gruplar, gestasyon haftaları, doğum ağırlıkları, antenatal steroid öyküleri ve solunum durumları açısından benzerdi. Kafein alan grupta, kontrol grubuna göre, ilk 72 saatte entübasyon gereksiniminin azalması, mekanik ve nazal ventilasyon süresinin kısalması istatistiksel açıdan anlamlıydı (sırasıyla p=0,03, p=0,00, p=0,02). Oksijen tedavi süreleri ve apne sıklıkları açısından, iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Hemodinamik açıdan anlamlı PDA, NEK, İVK, lazer gerektiren ROP ve BPD açısından gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Uzun dönem nörolojik ve gelişimsel sonuçlar açısından çalışma devam etmekteyken, kafein alan gruptan 15, kontrol grubundan 18 bebeğe 12-18 ayda Bayley-II gelişim testi uygulandı, sonuçlar iki grupta da benzer bulundu (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Solunum sıkıntısı bulunan daha büyük preterm bebeklerde profilaktik kafein kullanımının, ilk 72 saatte entübasyon gereksinim oranlarını azaltması, ventilasyon sürelerini kısaltması gibi neonatal dönemde olumlu etkileri var olup, anlamlı yan etki gözlenmemiştir. Bu nedenle 1250 g üzeri preterm bebeklerde de, solunum sıkıntısı bulguları varsa doğumu takiben profilaktik kafein başlanması düşünülebilir. Bu konuda geniş randomize kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: Prophylactic caffeine therapy, reduces the frequency of apnea in premature babies. Moreover, its effect has been well established in reducing the intermittent hypoxemia, and the need for additional ventilator support of infants with a birthweight of <1.250 g. The aim of this study is to determine the effects of prophylactic caffeine use on neonatal outcomes in preterm babies with a birthweight of >1.250 g and respiratory distress.
METHODS: Sixty-eight infants with birthweight of 1.250 to 2.000 g with respiratory distress and born at 32-34 GA and intubated with the indication of respiratory distress who also needed nasal ventilation for at least 48 hours were included in this prospective randomized controlled study, starting from birth one group received prophylactic caffeine citrate at loading dose of 20 mg/kg, and maintenance dose of 5 mg/kg in addition to respiratory support, long term neurological and developmental outcomes were recorded with Bayley-II.
RESULTS: There was no difference in weight or gestational age at birth between the groups. Also, the groups were smilar in respiratory states. The caffeine group, was associated with a significant reduction in intubation requirement within the first 72 hr and shorter duration of mechanical and nasal ventilation, while there was no difference between the groups in total duration of oxygen therapy, and frequency of apneic episodes (respectively p=0.03, p=0.00, p=0.02, p>0.05). Any differences were not detected in terms of prematurity morbidities (p>0.05). Any significant intergroup differences were not detected as for PDA, NEC, IVC, laser-requiring ROP, and BPD (p>0.05). While the study was continuing regarding long-term neurodevelopmental outcomes Bayley neurodevelopmental tests were applied to 15 infants in the caffeine and 18 infants in the caffeine group at 12. and 18. months, and test results were csimilar in both groups (p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The prophylactic use of caffeine in older preterm babies with respiratory distress, have short term benefits as lesser requirement for ntubation within the first 72 hours and decreased duration of ventilatory support without any advers side effects. Therefore if symptoms of respiratory distress are seen in preterm babies with a birthweight of >1.250 g, then initiation of prophylactic treatment may be considered. Larger scale randomized kontrollü studies are needed regarding this issue.

6.
Fetal Santral Sinir Sistemi Anomalilerinin Değerlendirilmesi; Referans Merkez Perinatoloji Konsey Verileri
Evaluation of Fetal Central Nervous System Anomalies; Perinatology Council Data of a Reference Center
Meltem Koyuncu Arslan, Melek Akar, Halil Gürsoy Pala, Cüneyt Eftal Taner, Mehmet Yekta Oncel
doi: 10.5222/forbes.2020.30602  Sayfalar 75 - 78
GİRİŞ ve AMAÇ: Santral sinir sistemi (SSS) anomalileri antenatal dönemde saptanan doğumsal malformasyonlar arasında ikinci sıklıkta yer alır. Prenatal tanı koyulma oranları anensefalide %96’larda iken migrasyon anomalilerinde %14’lere kadar düşmektedir. Bu çalışmada yüksek riskli gebeliklerin tartışıldığı hastanemiz perinatoloji konseyinde değerlendirilen SSS anomalilerinin sıklığının, özelliklerinin belirlenmesi ve antenatal tanının öneminin vurgulanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi perinatoloji konseyinde 1 Ocak 2019-31 Aralık 2019 tarihlerinde değerlendirilen, fetusta SSS anomalisi saptanan gebeler dahil edildi. Olguların retrospektif olarak dosya kayıtları incelenerek perinatal-maternal risk faktörleri, konsey anındaki durumları, konsey kararı ve sonuçları kaydedildi. Sonuçlar SPSS 20.0 programına kaydedilerek istatistiksel analizleri yapıldı.
BULGULAR: Çalışmada 1272 gebenin verileri değerlendirildi. SSS anomalisi olan 261 olgu (%20,5) saptandı. Gebelerden 129’u takibine merkezimizde devam etmemesi veya henüz doğumun gerçekleşmemesi nedeniyle çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya dahil edilen 132 gebenin yaş ortalaması 26,99±6,50 (14-42); ortalama gebelik haftası 22,63±7,08 (10,4-38,6) olarak saptandı. En sık saptanan SSS anomalileri nöral tüp defektleri (n=54; %40), hidrosefali/ventrikülomegali (n=36; %27), migrasyon defektleri (n=21; %15) ve serebellar malformasyonlar (n=9; %6) idi. Konseyde %29,8 (n=78) gebelik için sonlandırma kararı verildi ve 62 gebelik için sonlandırma işlemi uygulandı. Hastanemize geç refere edilen ve gebelik haftasının 22 hafta ve üzerinde olması nedeniyle gebeliğe devam kararı alınan 51 gebenin %50’si (n=25) hidrosefali/ventrikülomegali, %16’sı (n=8) nöral tüp defektleri ile kötü prognozla seyreden SSS anomalilerine sahipti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Referans merkez olan hastanemize yüksek morbidite ve mortaliteye sahip olan anomalilerin 22. gestasyonel haftadan sonra yönlendirilmiş olması sonucunda bu gebeliklere sonlandırma seçeneği sunulamamıştır. Bu seçeneğin aileye sunulabilmesi, yaşamla bağdaşanların uygun takibi ve tedavisinin planlanması için yüksek riskli gebeliklerin erken dönemde perinatoloji merkezlerine yönlendirilmesi gerekmektedir.
INTRODUCTION: Central nervous system (CNS) anomalies are the second most common congenital malformations detected during antenatal period. Rates of prenatal diagnosis are aroung 96% in anencephaly, but drops down to approximately 14 % in migration anomalies.We aimed to determine the frequency and features of CNS anomalies evaluated in the perinatology council of our hospital where high-risk pregnancies were discussed and also to emphasize the importance of antenatal diagnosis.
METHODS: Pregnant women, with a CNS anomaly detected in their fetus, who were evaluated between January 2019-December 2019 in the perinatology council of Tepecik Training and Research Hospital were included in the study. Retrospectively, the records of the cases were examined, prenatal, and maternal risk factors at the time of council session, the council decision and the results were recorded. Statistical analyzes were done using SPSS 20.0 program.
RESULTS: Data of 1272 pregnant women were evaluated in the study, and 261 cases (20.5%) with CNS anomalies were detected. A total of 129 pregnant women were excluded from the study because follow-up of these patients were not realized in our center or they didn’t give birth yet.. Totally, 132 pregnant women were included in the study. The mean maternal age was 26.99±6.50 (14-42) years, the mean gestational age was 22.63±7.08 (10.4-38.6) weeks. Most common CNS anomalies detected were neural tube defects (n=54; 40%), hydrocephalus/ventriculomegaly (n=36; 27%), migration defects (n=21; 15%) and cerebellar malformations (n=9; 6%). Termination of pregnancy was decided for 29.8% (n=78) of pregnant women, but realized only for 62 pregnancies. Among pregnancies which were decided to be continued due to the fact that gestational week was 22 weeks or more (n=51), had fetuses with neural tube defects (n=25; 50%) and hydrocephalus/ventriculomegaly (n=36; 27%) with poor prognosis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: As the anomalies with high morbidity and mortality were referred to our hospital after the 22nd gestational week, termination option could not be offered to these pregnancies. High-risk pregnancies should be directed to perinatology centers in the early period so that this option can be presented to the family, appropriate follow-up and treatment of life-compatible ones.

7.
Çinko Düzeylerinin Ölçümünde Matriks Seçimi
Matrix Selection for Measurement of Zinc Levels
Sema Kardeşler, Fatma Demet Arslan, İnanç Karakoyun, Banu İşbilen Başok, Ayfer Çolak
doi: 10.5222/forbes.2020.09709  Sayfalar 79 - 83
GİRİŞ ve AMAÇ: Çinko, büyüme geriliği, immün yetmezlik, infertilite, nörolojik bozukluk, akrodermatitis enteropatika tanısı gibi durumlarda sıklıkla kullanılan bir testtir. Çinko düzeylerinin ölçümünde diğer testlerle birlikte analiz edilme kolaylığı ve serum eldesinde kullanılan kan alma tüplerinin maliyet etkinliği nedeniyle sıklıkla serum matriksi tercih edilmektedir. Çalışmamızda doğru ve güvenilir çinko sonuçları için standart pıhtı aktivatörlü jelli ve eser element için özel üretilmiş heparinli jelsiz tüplerdeki serum ve plazma çinko sonuçları karşılaştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya rastgele seçilmiş 27 hasta dahil edildi. Hastalardan eş zamanlı hem pıhtı aktivatörlü jelli tüplere (SST) (SST II Advance, Vacuteiner, Becton Dickinson and Company, Amerika), hem de sodyum heparin içeren eser element tüplerine (NH) (NH Trace Elements Sodium Heparin, Vacuette, Greiner Bio-One GmbH, Avusturya) kan alındı. Santrifüj sonrası elde edilen serum ve plazma örneklerinde çinko düzeyleri kolorimetrik yöntem ile otoanalizörde ölçüldü. Serum ve plazma çinko düzeyleri arasındaki bias biyolojik varyasyon kaynaklı izin verilebilir bias kriterine göre değerlendirildi ve regresyon analizi yapıldı.
BULGULAR: Serum ve plazma çinko düzeylerinin ortalaması ve standart sapması sırasıyla 49.0±11.5 μg/dL ve 46.4±12.0 μg/dL olarak bulundu ve arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p=0.012). Ayrıca serum ve plazma arasındaki bias %6,8 olup, izin verilebilir biasın (%3,3) üzerindeydi ve klinik olarak anlamlı kabul edildi. Sistematik ya da rastlantısal hata saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Eser elementler ölçümü için kullanılacak kan alma tüpleri seçilirken yapısal farklılıklar ve matriks etkisi nedeniyle oluşabilecek farklılıklar göz önünde bulundurulmalıdır.
INTRODUCTION: Measurement of blood zinc levels is frequently used in the diagnosis of a few conditions such as growth retardation, immunodeficiency, infertility, neurological disorder, and acrodermatitis enteropathica. The serum matrix is the most preferred one to determine zinc levels due to the ease of analysis with other tests and cost-effectiveness of blood collection tubes used to obtain serum samples. In our study, we aimed to compare serum and plasma zinc test results for accurate and reliable zinc measurement in plain tubes with clot activator and gel and in heparin-free tubes, which specifically produced for trace element analysis.
METHODS: Twenty-seven randomly selected patients were included in the study. Blood samples drawn simultaneously from patients were pipetted into tubes with clot activator and gel (SST) (SST II Advance, Vacutainer, Becton Dickinson and Company, USA) as well as into trace element tubes with sodium heparin (NH) (NH Trace Elements Sodium Heparin, Vacuette, Greiner Bio-One GmbH, Austria). After the centrifugation process, zinc levels in serum and plasma samples were analyzed by colorimetric method using an autoanalyzer. Bias between serum and plasma zinc levels was evaluated according to the allowable bias criterion based on biological variation and regression analysis performed.
RESULTS: The mean and standard deviation of serum and plasma zinc levels were 49.0±11.5 μg/dL and 46.4±12.0 μg/dL, respectively, and a statistically significant difference was determined (p=0.012) in between. Besides, the bias between serum and plasma was 6.8%, which was above the allowable bias (3.3%) and considered as clinically significant. No systematic or random errors detected.
DISCUSSION AND CONCLUSION: When selecting a blood collection tube for trace element analysis, the structural differences between tubes and the matrix effect should be considered carefully.

8.
Kas İnvaziv Olmayan Mesane Kanserinde BCG Verilmesi Sırasında İrritatif Semptomların Azaltılmasının Önemi: Bir Pilot Çalışma
Impact of Reducing Irritative Symptoms in Non-Muscle Invasive Bladder Cancer During BCG Instillation: A Pilot Study
Osman Köse, Yigit Akin, Hakan Gülmez, Erhan Ates, Sacit Nuri Gorgel, Serkan Özcan, Bulent Kati, Yüksel Yılmaz
doi: 10.5222/forbes.2020.69775  Sayfalar 84 - 89
GİRİŞ ve AMAÇ: Kas invaziv olmayan mesane kanseri (KİOMK) hastalarında Bacillus Calmette-Guerin (BCG) uygulaması sırasında irritatif semptomları azaltmak için kullanılan antikolinerjik, mirabegron ve antikolinerjik ile mirabegron kombinasyonunun değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ağustos 2015 ile Nisan 2019 arasında BCG alan KİOMK hastalarının prospektif olarak kaydedilen verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Sadece 4 cm’den küçük soliter papiller lezyonu olan düşük dereceli T1 dahil etme kriterleriydi. Dilimize uyarlanmış aşırı aktif mesane versiyon-8 (OAB-V8) formu ve hayat kalite (QoL) indeksi formları irritatif semptomlar için dolduruldu. OAB-V8 skoru ≥8 olması halinde, irritatif semptomlar için tedaviye başlama endikasyonu olarak kabul edildi. Gruplar günlük pratikte kullandıkları antikolinerjik ilaçlara ve kombinasyona göre Grup 1 tolterodin, Grup 2 solifenasin 5 mg, Grup 3 mirabegron ve Grup 4 solifenasin 5 mg mirabegron kullanacak şekilde oluşturuldu.
BULGULAR: Ortalama takip süresi 20,4±6,8 aydı. İrritatif semptomlar ve KİOMK olan 132 hasta [110 erkek (%83) ve 22 (%17) kadın] vardı. Ortalama yaş 59,7±12,4 yıldı. OAB-V8 skorları ve QoL indeksleri tüm ilaçlarla önemli ölçüde iyileşti. Bununla birlikte, alt grup analizlerinde, Grup 4, OAB-V8 ve QoL indeks puanlarında en fazla iyileşmeyi sağladı (her ikisi için P=0,02). İşeme zamanı en uzun Grup 4’te kaydedildi (P=0,04). Tümör rekürrensi BCG uygulamasından 12 ay sonra gruplar için benzerdi (P=0,9), ancak en az nüks Grup 4’teydi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Solifecacin ve mirabegron’un kombinasyonu, seçilmiş KİOMK hastalarında BCG aşılama sırasında tahriş edici semptomları azaltabilir, QoL geliştirebilir ve işemeye kadar olan süreyi uzatabilir. Bu aynı zamanda bu hasta popülasyonunda nüksü azaltabilir.
INTRODUCTION: We evaluated use of anticholinergics, mirabegron, and combination of anticholinergics with mirabegron during Bacillus Calmette-Guérin (BCG) instillation for reducing irritative symptoms in patients with non-muscle invasive bladder cancer (NMIBC).
METHODS: Prospectively recorded data of NMIBC patients receiving BCG were retrospectively evaluated between August 2015 and April 2019. Patients with low-grade T1 solitary papillary lesions <4 cm were included in the study. Validated questionnaires (OAB-V8) for irritative symptoms adapted to Turkish language, and QoL index forms were filled out by the study participants. OAB-V8 scores of ≥8 were considered as an indication to start medical treatment for irritative symptoms. Groups were formed according to daily used anticholinergic drugs and combinations as follows: Group 1, tolterodine; Group 2, solifenacin 5mg; Group 3, mirabegron, and Group 4, mirabegron with solifenacin 5 mg.
RESULTS: Mean follow- up period was 20.4±6.8 months. There were 132 patients [110 men (83%) and 22 (17%) women] with irritative symptoms and NMIBC. Mean age of the study population was 59.7±12.4 years. The OAB-V8 scores and QoL indexes significantly improved with all drugs. However, in subgroup analyses, Group 4 provided the most dramatic improvement in OAB-V8 and QoL index scores (P=0.02 for both). The longest in time to micturition was recorded in Group 4 (P=0.04). Tumour recurrence was similar for groups 12 months after BCG instillation (P=0.9), however the least recurrence was observed in Group 4.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Combination of solifecacin and mirabegron can reduce irritative symptoms, improve QoL, and prolong time to micturition, during BCG instillation in selected NMIBC patients. This combination may also decrease recurrence rates in this patient population.

9.
Mide Karsinomlarında ETS ile İlişkili Genin Doku Ekspresyonu
Tissue Expression of ETS-Related Gene in Gastric Carcinomas
Sevil Sayhan, Gulden Diniz, Ismail Eren Birol, Dudu Solakoglu Kahraman, Bulent Calik
doi: 10.5222/forbes.2020.43153  Sayfalar 90 - 95
GİRİŞ ve AMAÇ: ETS ile ilişkili gen (ERG), hem tümör invazyonunda hem de neovaskülarizasyonda rol oynayan eritroblast transformasyona spesifik (ETS) transkripsiyon faktör ailesinin bir üyesini kodlar. Bu retrospektif çalışmada, mide kanserinde ERG doku ekspresyonlarının klinik önemini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 172 primer mide kanserinden elde edilen dokularda ERG proteininin immünohistokimyasal boyama ile ekspresyonunu inceledik.

BULGULAR: ERG, normal vasküler endotelyumda eksprese edildi. Mide kanseri vakalarının % 9,9'unda (17/172) ERG boyaması pozitif olarak tanımlandı. Klinikopatolojik özellikler açısından, ERG ekspresyonu ile tümör invazyonu, lenf nodu metastazı, uzak organ metastazı, artan tümör evresi, lenfatik ve nöral invazyon arasında istatistiksel anlamlı ilişki gözlenmedi. Yaş, cinsiyet veya histopatolojik derecelendirmede de ERG ekspresyonu açısından önemli bir farklılık yoktu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Mide kanserlerinde ERT ekspresyonu histolojik prognostik göstergelerle ilişkili değildir.
INTRODUCTION: The ETS-related gene (ERG) encodes a member of the erythroblast transformation-specific (ETS) transcription factor family that has been implicated in both tumor invasion and neovascularization. In this retrospective study, we have aimed to investigate the clinical significance of ERG tissue expressions in gastric cancer.
METHODS: We examined the expression of ERG protein by immunohistochemical staining in tissue specimens harvested from 172 primary gastric cancer cases.
RESULTS: ERG was expressed in normal vascular endothelium. ERG staining was defined as positive in 9.9 % (17 /172) of gastric cancer cases. According to clinicopathological characteristics, statistically significant differences were not observed between ERG expression and tumor invasion, lymph node and distant metastases, increased tumor stage, histological lymphatic and neural invasion. There were no significant differences in age, gender, or histopathological grading as for ERG expression.
DISCUSSION AND CONCLUSION: ERT expression in gastric cancers is not correlated with histological prognostic indicators.

OLGU SUNUMU
10.
Hipofiz Yetmezliğinin Nadir Bir Nedeni: Hipofiz Sapı Kesinti Sendromu ve Manyetik Rezonans Görüntüleme Bulguları
A Rare Cause of Pituitary Deficiency: Pituitary Stalk Interruption Syndrome and Magnetic Resonance Imaging Findings
Atilla Hikmet Çilengir, Fatma Ceren Sarıoğlu, Nevin Çilengir, Berna Dirim Mete
doi: 10.5222/forbes.2020.24008  Sayfalar 96 - 100
Hipofiz sapı kesinti sendromu, adenohipofiz hormonlarının yetmezliği ile karakterize
nadir görülen bir hastalıktır. Klinik prezentasyon genellikle çocukluk çağı
veya ikinci dekadda olur. Hormonal yetmezlik şiddeti değişkendir. İzole görülebildiği
gibi hipofiz dışı anomaliler ile birlikte olabilir. Manyetik rezonans görüntüleme
bulguları hipofiz sapının yokluğu, adenohipofizin yokluğu veya normalden
küçük olması ve nörohipofizin yokluğu veya ektopik yerleşimi şeklinde kabul
edilmektedir. Hipofiz sapı varlığını ve morfolojisini değerlendirmede kontrastlı
inceleme esastır. Klinik bulguların varlığında hipotalamo–hipofizer bölgenin manyetik
rezonans görüntüleme ile değerlendirilmesi tanı için gereklidir. Erken tanı
alan olgular hormon replasmanı ile normal yaşantılarını sürdürebilir. Bu makalede
hipofiz sapı kesinti sendromunu ve manyetik rezonans görüntüleme bulgularını
bir olgu üzerinden sunmayı amaçladık.
Pituitary stalk interruption syndrome is a rare disease characterized by a deficiency
of adenohypophyseal hormones. Clinical presentation usually occurs in
childhood or in the second decade of life. The severity of hormonal deficiency is
variable. It may be isolated or be accompanied by extra–pituitary anomalies.
Magnetic resonance imaging findings are considered as an absent pituitary stalk,
absent or smaller adenohypophysis, absent or ectopic neurohypophysis.
Contrast-enhanced imaging is essential in evaluating the presence and morphology
of the pituitary stalk. In the presence of clinical findings, evaluation of the
hypothalamic–pituitary region using magnetic resonance imaging is necessary
for diagnosis. Early diagnosed cases can maintain their normal lives with hormone
replacement. In this article, we aimed to present pituitary stalk interruption
syndrome and its magnetic resonance imaging findings with a case presentation

11.
Nedeni Bilinmeyen Ateş ile İlişkili Uzamış Febril Miyalji Sendromu
Protracted Febrile Myalgia Associated with Fever of Unknown Origin
Özlem Üzüm, Hayrullah Manyas, Kerem Yıldız, Abbasqulu Baghırov, Belde Kasap-Demir
doi: 10.5222/forbes.2020.98852  Sayfalar 101 - 104
Çocuklarda 8 gün boyunca, günde en az bir kez 38.3°C (101°F)’den yüksek olan ve tetkikler sonucu sebebi bulunamayan ateş yüksekliği, nedeni bilinmeyen ateş olarak adlandırılır. Çocuklarda nedeni bilinmeyen ateşin birçok sebebi vardır ve en sık üç nedeni, enfeksiyon hastalıkları, bağ dokusu hastalıkları ve malignitelerdir. Bu yazıda ateş yüksekliği ve yüksek akut faz reaktanı dışında fizik muayene ve biyokimyasal parametreleri normal sınırlarda olan 15 yaşında bir kız olgu sunuldu. Olgu, karın ağrısı, artralji veya göğüs ağrısı olmadan, ateş şikayetine şiddetli miyalji eklenince, uzamış febrilmiyalji tanısı aldı. Bu olgu, uzamış febril miyalji sendromunun, Ailesel Akdeniz ateşinin ilk semptomu olabileceğini ve nedeni bilinmeyen ateş etiyolojisinde düşünülmesi gerektiğini belirtmek için sunulmuştur.
Fever of unknown origin (FUO) is considered in children as fever >38.3°C (101°F) at least once a day for 8 days and more without any apparent diagnosis. There are lots of underlying factors for fever of unknown origin and the three most common etiologic categories in children are infectious diseases, connective tissue diseases, and neoplasms. In this article, we have presented a 15-year-old girl admitted with normal physical, and biochemical examination findings except fever and an elevated acute phase reactant. She was diagnosed with protracted febrile myalgia syndrome (PFMS) when severe myalgia was added to her complaints although she denied previously experienced periodic fever, abdominal pain, arthralgia or chest pain. We presented our case to emphasize that protracted febrile myalgia syndrome, one of the atypical clinical manifestations of Familial Mediterranean fever, may be the presenting symptom of Familial Mediterranean fever as well as an underlying cause of fever of unknown origin.

12.
Otuzbeş Günlük Bir Olguda Rektus Femoris Piyomiyozitis Tanısında Görüntülemenin Önemi
The Importance of Imaging in the Diagnosis of Rectus Femoris Pyomyositis in a 35Day-Old-Infant
Nurdan Uraş, İsmail Uras
doi: 10.5222/forbes.2020.54264  Sayfalar 105 - 109
Kalça eklemi kaslarını etkileyen piyomiyositis, nadir görülen septik artrit ile benzer klinik özellikler göstermektedir. Bu yazımızda septik artrit bulguları ile gelen magnetik rezonans görüntüleme ile rectus femoris piyomositis tanısı konulan 35 günlük bir olguyu sunmak istedik. Bu ölgu ile rectus femoris pyomyositisin tanısında görüntüleme yönteminin tanı, tedavi ve prognozu belirlemedeki önemini vurgulamayı amaçladık.
Pyomyositis affecting the muscles around the hip may present with characteristics similar to those bof septic arthritis, which are challenging to diagnose due to their rare and vague presentation. Herein, we present a 35-day-old –male nfant with fever, restriction of hip and right limp movement and magnetic resonance imaging finding indicating rectus femoris pyomyositis.

EDITÖRE MEKTUP
13.
Fetal Programlanma Üzerine Bir Hipotez
A Hypothesis on Fetal Programming
Mürüvvet Elif Şimşir, Defne Engür
doi: 10.5222/forbes.2020.93685  Sayfalar 110 - 111
Makale Özeti |Tam Metin PDF

14.
Yazar Dizini
Author Indeks

Sayfa E1
Makale Özeti |Tam Metin PDF

15.
Konu Dizini
Subject Index

Sayfa E2
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale