e-ISSN: 2757-5241
FORBES JOURNAL OF MEDICINE - Forbes J Med: 5 (1)
Volume: 5  Issue: 1 - 2024
1.Cover

Page I

EDITORIAL
2.Editorial
M. Yekta ÖNCEL
Page II

REVIEW ARTICLE
3.The Mysterious Travel of Drugs from Nature to Pharmacy
Gülden DİNİZ, Şervan VEYSANOĞLU, Simge İNAL, Buket ARAÇ, Neslihan Düzenli, Emine Müge KARAKAYALI
doi: 10.4274/forbes.galenos.2023.44265  Pages 1 - 8
İnsanlar binlerce yıldır doğada bulunan çeşitli maddeleri semptomların giderilmesi, hatta hastalıkların iyileştirilmesi amacıyla kullanmışlardır. İlaçlar bitki, hayvan, mikroorganizma gibi doğada var olan kaynaklardan elde edilen ya da bu doğal maddeler örnek alınarak laboratuvarda sentezlenen tıbbi ürünlerdir. Günümüzde bazı modern tıp uygulamalarında bile doğal bileşenlerden elde edilen ilaçlar hala kullanılmaktadır. Başta bitkiler olmak üzere birçok doğal ürün, önemli farmakolojik etkilere sahip kimyasal bileşikler içerir ve bu bileşikler, modern ilaçlarda kullanılan aktif bileşenlerin temelini oluştururlar. Ancak piyasadan kolaylıkla tedarik edilebilen bu doğal bileşiklerin bazı yan etkileri vardır. Ayrıca kullanılan diğer ilaçlarla etkileşimleri olabileceğinden tıbbi denetim olmadan kullanımları tehlikelidir. Çünkü doğal kaynaklardan elde edilen bir maddenin ilaç olarak kullanılabilecek hale gelmesi için, bilimsel araştırmalar ve klinik deneylerle desteklenen hem üretim aşamasında hem de ilaç olarak ruhsatlandıktan sonra denetlenen uzun bir yol kat etmesi gerekir. Bu derlemede; ilaçların doğadan eczaneye ulaşan tarihsel ve teknolojik öyküsü, doğadaki kaynakları, ruhsatlı ilaç haline geliş aşamaları ve doğal ürünler olarak pazarlanan ilaç öncüsü maddelerin denetimsiz kullanımının sakıncaları güncel literatür eşliğinde irdelenmiştir.
For thousands of years, people have used various substances found in nature to relieve symptoms and even cure diseases. Drugs are medicinal products obtained from natural sources such as plants, animals, and microorganisms or synthesized in the laboratory by taking these natural substances as examples. Even in some modern medical practices, drugs derived from natural components are still used. Many natural products, predominantly plants, contain chemical compounds with important pharmacological effects, and these compounds form the basis of active ingredients used in modern medicines. However, these natural compounds, which can be easily supplied from the market, may have some side effects. In addition, since there are several interactions with other drugs used, their use without medical supervision is dangerous. Because, for a substance obtained from natural sources to be used as a medical drug, it must go a long way, be supported by scientific research and clinical trials, and be controlled both during the production phase and after it is licensed as a medicine. In this review, the historical and technological story of drugs reaching the pharmacy from nature, their sources in nature, their stages of becoming licensed drugs, and the drawbacks of uncontrolled use of natural products are discussed in the light of current literature.

SYSTEMATIC REVIEW
4.Artificial Intelligence-Driven Innovation in Cancer Surgery: A Systematic Review of Horizon Europe-Funded Projects
Fatma SUSAM
doi: 10.4274/forbes.galenos.2023.38278  Pages 9 - 19
Horizon Europe, Avrupa Birliği’nin araştırma ve inovasyona yönelik temel finansman programıdır. İklim değişikliğiyle mücadele etmekte, BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri'ne ulaşılmasına yardımcı olmakta ve AB’nin rekabet gücünü ve büyümesini artırmaktadır. Bu çalışma, Horizon Europe Programı tarafından finanse edilen projeler aracılığıyla kanser cerrahisinde yapay zeka odaklı inovasyonu analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma için sistematik derleme yöntemi kullanılmıştır. Bu derlemenin metodolojisi PROSPERO’ya göre hazırlanmıştır. Çalışma, kapsamlı ve şeffaf raporlama sağlamak için ‘Sistematik İncelemeler ve Meta-Analizler için Tercih Edilen Raporlama Öğeleri’ kılavuzlarına bağlı kalmıştır. Bu sistematik derlemedeki projelerin; tümör tanımlama ve sınır belirleme, tedavi planlarını kişiselleştirme ve cerrahi prosedürleri otomatikleştirme gibi çeşitli zorlukları ele almayı amaçladığı görülmüştür. Bu sistematik derlemede analiz edilen projeler, yapay zeka destekli kanser cerrahisinin geliştirilmesinde umut verici bir adımı temsil etmektedir. Bu projeler, cerrahi hassasiyeti artırarak, tedavi planlarını kişiselleştirerek ve cerrahi prosedürleri organize ederek alan üzerinde önemli bir etki yaratma potansiyeline sahiptir. Çalışma ayrıca, özellikle veri entegrasyonu, algoritmik şeffaflık ve klinik uygulama ile ilgili zorlukların ele alınmasında sürekli araştırma ve geliştirme ihtiyacının altını çizmektedir. Yapay zeka sağlık hizmetleri ortamına etki etmeye devam ederken, kanser cerrahisi üzerindeki etkisi de oldukça güçlü olacaktır. Bu çalışmadan elde edilen bilgiler, gelecekteki araştırma yönelimleri ve klinik uygulamalar için değerli bir yol haritası sunarak, yapay zekanın sağlık profesyonelleri için kişiselleştirilmiş, etkili ve dönüştürücü kanser bakımı sunma konusunda güçlendirdiği bir geleceğin zeminini hazırlamaktadır.
Horizon Europe is the European Union’s key funding program for research and innovation. It tackles climate change, helps achieve the UN’s Sustainable Development Goals, and boosts the EU’s competitiveness and growth. This study analyzes AI-driven innovation in cancer surgery through projects funded by the Horizon Europe Program. The systematic review method was used in this study. The methodology for this review was prepared according to PROSPERO. The study adhered to the “Preferred Reporting Items for Systematic Reviews and Meta-Analyses" guidelines to ensure comprehensive and transparent reporting. It was found that the projects within this review aim to address a variety of challenges, including improving tumor identification and margin delineation, personalizing treatment plans, and automating surgical procedures. The projects analyzed in this systematic review represent a promising step forward in the development of AI-powered cancer surgery. These projects can significantly impact the field by improving surgical precision, personalizing treatment plans, and automating surgical procedures. The research also underscores the need for continued research and development, particularly in addressing challenges related to data integration, algorithmic transparency, and clinical implementation. As AI continues to permeate the healthcare landscape, its impact on cancer surgery is poised to be profound. The insights gleaned from this study provide a valuable roadmap for future research directions and clinical applications, paving the way for a future where AI empowers health professionals to deliver personalized, effective, and transformative cancer care.

ORIGINAL RESEARCH
5.Short-term Effects of Dry Needling Treatment on Pain, Quality of Life, and Sleep Quality in Patients with Fibromyalgia with Tender Myofascial Trigger Points
Derya GÜNER, Önay GERÇİK
doi: 10.4274/forbes.galenos.2023.92668  Pages 20 - 25
Amaç: Fibromiyalji sendromu (FMS), kas-iskelet sistemi ağrısı, hiperaljezi, yorgunluk, uyku ve duygudurum bozuklukları, yaşam kalitesi ve günlük işlevsellikte azalma ile seyreden kronik bir ağrı sendromudur. FMS’li hastalarda miyofasyal tetik nokta hassasiyeti çok yaygındır. Çalışmada, hassas miyofasiyal tetik noktaları olan FMS hastalarında kuru iğneleme tedavisinin ağrı, uyku ve yaşam kalitesi üzerindeki kısa vadeli etkinliğini değerlendirmeyi amaçlanmıştır.
Yöntem: Dahil edilme kriterlerini karşılayan 178 fibromiyalji hastasının 120’sinin verileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastalar 6 hafta boyunca haftada bir kez kuru iğneleme tedavisi görenler ve sadece mevcut medikal tedaviye devam edenler olmak üzere iki gruba ayrıldı. Başlangıç ve altıncı hafta Sayısal Derecelendirme Ölçeği (NRS) puanları, Pittsburgh Uyku Kalitesi Endeksi (PSQI) puanları ve Kısa Form-36 (SF-36) puanları değerlendirildi.
Bulgular: Yüz yirmi hastanın [77’si (%64) kadın] ortalama yaşı 38 idi. Başvuru sırasında SF-36 değişkenlerinin tüm medyan değerleri medikal tedavi grubunda, hem NRS hem de PSQI değerleri kuru iğneleme grubunda anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). Altı haftalık takip sonrasında kuru iğneleme grubunda SF-36’nın tüm medyan parametrelerinde anlamlı artış, NRS ve PSQI skorlarında ise anlamlı düşüş gözlendi (p<0,001).
Sonuç: Mevcut medikal tedaviyi tamamlayıcı bir seçenek olarak haftada bir uygulanan kuru iğneleme tedavisi, miyofasyal tetik noktaları hassas olan FMS hastalarında 6 haftalık takipte ağrı, yaşam kalitesi, duygudurum bozuklukları ve uyku kalitesi üzerinde olumlu etkiler sağlamaktadır.
Objective: Fibromyalgia syndrome (FMS) is a chronic pain syndrome characterized by musculoskeletal pain, hyperalgesia, fatigue, sleep and mood disturbances, and decreased quality of life and daily functioning. Myofascial trigger point tenderness is very common in patients with FMS. This study evaluated the short-term efficacy of dry needling therapy on pain, sleep, and quality of life in patients with FMS with tender myofascial trigger points.
Methods: The data of 120 patients from 178 patients with fibromyalgia who met the inclusion criteria were retrospectively evaluated. Patients were divided into two groups: those who were treated with dry needling once per week for 6 weeks and those who only continued current medical treatment. Numerical Rating Scale (NRS) scores, Pittsburgh Sleep Quality Index (PSQI) questionnaire scores, and Short Form-36 (SF-36) scores were assessed at baseline and at the 6-week follow-up.
Results: The median age of the 120 patients [77 (64%) female] was 38 years. All median values of SF-36 variables were significantly higher in the medical treatment group, and both NRS and PSQI values were significantly higher in the dry-needling group at admission (p<0.001). After 6 weeks of follow-up, there was a significant increase in all median SF-36 parameters and a significant decrease in NRS and PSQI scores in the dry-needling group (p<0.001).
Conclusion: Dry needling treatment, which is performed once per week as a complementary option to current medical treatment, provides positive effects on pain, quality of life, mood disorders, and sleep quality in patients with FMS with tender myofascial trigger points at the 6-week follow-up.

6.Significance of Suspicious Urine Cytology (Class III) in Diagnostic Cystoscopy Follow-up of Bladder Cancer
Yunus Erol BOZKURT, Ali Can ALBAZ, Anıl GENÇOĞLU, Talha MÜEZZİNOĞLU
doi: 10.4274/forbes.galenos.2023.50479  Pages 26 - 30
Amaç: Şüpheli idrar sitolojisi olan ancak sistoskopide malignite bulguları negatif olan hastaların sistoskopik takibinde izlenecek uygun yolların belirlenmesi amaçlandı.
Yöntem: 2012-2023 yılları arasında 829 mesane kanserli hastanın verilerinin retrospektif olarak değerlendirildi. Yaş, cinsiyet, nüks, progresyon ve idrar sitolojisi sonuçlarını içeren hasta verileri analiz edildi.
Bulgular: Şüpheli idrar sitolojisi sonuçları olan hastaların yaklaşık %65’inde sonraki takiplerde mesane kanserinde nüks veya ilerleme görülmüştür. Bu durum, idrar sitolojisinin bir tarama aracı olarak önemini vurgulamakta ve mesane kanserini tespit etmede bir tanı aracı olarak etkinliğini göstermektedir. Bununla birlikte, şüpheli idrar sitolojisi olan hastaların bile gelecekte mesane kanseri geliştirme riskiyle karşı karşıya olduğunu belirtmek gerekir.
Sonuç: Şüpheli idrar sitolojisi sonuçlarının değerlendirilmesi, mesane kanserinin erken teşhisinde önemli bir adımdır. Test tanısal doğruluk oranına sahip olsa da, klinik olarak yorumlanmalı ve hastanın kanser durumunu belirlemek için diğer tetkiklerle birlikte kullanılmalıdır.
Objective: The aim of this study was to determine the appropriate path to follow in the cystoscopic follow-up of patients with suspicious urine cytology but negative malignancy findings on cystoscopy.
Methods: Data of 829 patients with bladder cancer between 2012 and 2023 were retrospectively analyzed. Patient data including age, gender, recurrence, progression, and urine cytology results were analyzed.
Results: Approximately 65% of patients with suspicious urine cytology results had recurrence or progression of bladder cancer at subsequent follow-up. This highlights the importance of urine cytology as a screening tool and demonstrates its effectiveness as a diagnostic tool in detecting bladder cancer. However, it should be noted that even patients with suspicious urine cytology are at risk of developing bladder cancer in the future.
Conclusion: Evaluation of suspicious urine cytology results is an important step in the early diagnosis of bladder cancer. Although the test has diagnostic accuracy, it should be clinically interpreted and used in conjunction with other investigations to determine the patient’s cancer status.

7.Role of HbA1c in Prediction of Gestational Diabetes Mellitus Patients
Sema KARDEŞLER, Deniz İlhan TOPÇU, Mustafa TERZİOĞLU, Esin KASAP, Ayfer ÇOLAK
doi: 10.4274/forbes.galenos.2023.26023  Pages 31 - 36
Amaç: Gestasyonel diabetes mellitus (GDM) dünya genelinde gebelerde yaklaşık %1 ile %14 arasında değişen prevalansta görülmekte olup, tanısında gebelere oral glukoz tolerans testi (OGTT) yapılmaktadır. GDM tanısında HbA1c’nin tanısal değerini, OGTT testi ile karşılaştırdık.
Yöntem: 2019-2023 Ocak ayları arasında aynı gün hem HbA1c çalışılan hem de 75 gr oral glukozla OGTT yapılmış 24-28 haftalık gebeler çalışmaya dahil edildi. Veriler retrospektif olarak hastane bilgi sisteminden elde edildi. GDM ve non-GDM olarak ayrılan grupların yaş, HbA1c, hemoglobin değerleri Wilcoxon testi ile karşılaştırıldı. Açlık plazma glukozu (APG) ve HbA1c değerlerinin, OGTT sonucu ile arasındaki ilişkiyi belirlemek için lojistik regresyon analizi kullanıldı. Sonuçta, teşhis performansını değerlendirmek için ROC analizi yapıldı.
Bulgular: OGTT sonuçlarına göre çalışmaya dahil edilen 81 hastanın, 28’i (%34,6) non-GDM, 53’ü (%65,4) ise GDM olarak değerlendirilmiştir. Non-GDM olan grubun HbA1c medyan değeri %5,05, GDM grubun ise %5,3 olup, iki grup arasındaki istatistiksel fark anlamlıdır (p=0,032). ROC analizinde ise AUC, HbA1c için 0,65, APG için 0,94 ve HbA1c + APG için ise 0,94 bulunmuştur.
Sonuç: GDM tahmininde, ROC analizinin HbA1c’nin tek başına ve hatta APG değeriyle birlikte dahi diyagnostik performansının düşük olması; GDM düşünülen hastalarda HbA1c’nin tanı için yeterli olmadığı ve OGTT çalışılmasının daha etkin olabildiği görülmüştür.
Objective: Gestational diabetes mellitus (GDM) is observed in pregnant women worldwide with a prevalence ranging between 1% and 14%. The oral glucose tolerance test (OGTT) is performed for diagnosis. We compared the diagnostic value of HbA1c with the OGTT test in the diagnosis of GDM.
Methods: 24-28 weeks pregnant women whose HbA1c was studied on the same day between 2019- 2023 January and who had OGTT with 75 g oral glucose were included in the study. Age, HbA1c, and hemoglobin values of groups separated as GDM and non-GDM were compared with the Wilcoxon test. Logistic regression analysis was used to determine the relationship of fasting plasma glucose (FPG) and HbA1c values with the OGTT result. Finally, ROC analysis was performed to evaluate diagnostic performance.
Results: According to the OGTT results, out of 81 patients included in the study, 28 (34.6%) were classified as non-GDM, and 53 (65.4%) were classified as GDM. The median HbA1c value of the non-GDM group is 5.05% and the GDM group is 5.3%, and the statistical difference between the two groups is significant (p=0.032). In the ROC analysis, the AUC was 0.65 for HbA1c, 0.94 for FPG and 0.94 for HbA1c + FPG.
Conclusion: In the prediction of GDM, the diagnostic performance of ROC analysis alone or even together with the FPG value of HbA1c is low; It has been observed that HbA1c is not sufficient for diagnosis in patients with suspected GDM and OGTT study may be more effective.

8.Adaptation of the Aesthetic Procedure Expectations Scale Into Turkish: A Methodological Study
Kübranur YILDIZ, Aliye OKGÜN ALCAN
doi: 10.4274/forbes.galenos.2023.63496  Pages 37 - 44
Amaç: Hastaların estetik işlemden gerçekçi olmayan beklentileri işlem sonrası birçok soruna neden olabilmektedir. Estetik İşlem Beklenti Ölçeği (EİBÖ) hastaların estetik işlemden beklentilerini belirlemek için geliştirilmiş bir ölçektir. Bu araştırmanın amacı EİBÖ’nün Türkçeye uyarlanması, güvenirlik ve geçerlik çalışmasının yapılmasıdır.
Yöntem: Araştırmanın örneklemini, Ağustos 2022-Ocak 2023 tarihleri arasında aktif olarak internet kullanan, daha önce estetik işlem geçirmemiş, estetik işlem geçirmeyi isteyen, 18 yaş ve üzeri 407 kişi oluşturmuştur. Verilerin analizinde, sayı ve yüzde, korelasyon analizi, Cronbach’s α güvenirlik katsayısı, faktör analizi yöntemleri kullanılmıştır.
Bulgular: Ölçeğin Cronbach’s α kat sayısı 0,92; iki alt boyutun ise dışsal beklentiler ve içsel beklentiler alt boyutu olmak üzere sırasıyla; 0,93 ve 0,88’dir. Madde-toplam puan korelasyonları ise 0,558 ile 0,826 arasında değişmektedir (p<0,001). Ölçeğin, Kaiser-Meyer-Olkin katsayısı 0,899 ve Barlett testi sonucu χ2(153)=2577,134; p<0,05 olarak bulunmuştur. Açıklayıcı faktör analizi sonrası ölçeğin toplam varyansı %62,268; doğrulayıcı faktör analizi sonucu faktör yükleri de 0,58-0,86 arasında bulunmuştur. Ölçeğin uyum indeksleri RMSEA 0,092; GFI 0,843; NFI 0,863; CFI 0,908; IFI 0,909 olarak saptanmıştır. Sınanan modelin verilerle uyumlu olduğu, ölçeğin iki faktörlü yapısını doğruladığı ve alt maddelerini açıkladığı bulunmuştur.
Sonuç: EİBÖ’nün geçerlik ve güvenirliği yüksek bulunmuştur. Ölçeğin iki alt boyuttan oluşan Türkçe formuyla Türk kültürüne uygun, geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu belirlenmiştir.
Objective: Patients’ unrealistic expectations from the aesthetic procedure can cause many problems after the procedure. Aesthetic Procedure Expectation Scale is a scale developed to determine patients’ expectations from aesthetic procedures. The aim of this research is to adapt Aesthetic Procedure Expectation Scale into Turkish, and to conduct reliability and validity studies.
Methods: The sample of the study consisted of 407 people aged 18 and over, who actively use the internet between August 2022 and January 2023, who have not had an aesthetic procedure before, and who want to undergo an aesthetic procedure.
Results: Cronbach’s α coefficient of the scale was 0.92; Cronbach’s alpha coefficient of the two subdimensions as external expectations and internal expectations sub-dimensions, respectively; 0.93 and 0.88. The item-total score correlations ranged from 0.558 to 0.826 (p<0.001). Kaiser-Meyer-Olkin coefficient of scale was 0.899, Barlett test result was χ2(153)=2577.134; p<0.05 was found. After the exploratory factor analysis, the total variance of the scale was 62,268%; Factor loads as a result of confirmatory factor analysis were found to be between 0.58-0.86. The fit indices of the scale were RMSEA 0.092; GFI 0.843; NFI 0.863; CFI 0.908; IFI was determined as 0.909. It was found that the tested model was compatible with the data, confirmed the two-factor structure of the scale and explained its sub-items.
Conclusion: Validity and reliability of the scale were found to be high. It has been determined that the scale is a valid and reliable measurement tool suitable for Turkish culture with its Turkish form consisting of two sub-dimensions.

9.Research Study on Emotional Intellingence and Leadership Competencies Among Physicians
Mehmet KOCA, Zuhal YAPICI COŞKUN, Özlem COŞKUN, İrem BUDAKOĞLU
doi: 10.4274/forbes.galenos.2024.07088  Pages 45 - 50
Amaç: Tıbbi uygulama ve görevlerde gittikçe artan bilgi yükü ve karmaşık sağlık sorunları ile ilgili kompleks görevlerin olduğu ve bireysel becerilerin problem çözümünde tek başına yetersiz kaldığı mevcut sistemde aynı amaç doğrultusunda görevin farklı sorumluluk alanlarını paylaşarak birlikte hareket edecek farklı uzmanlık alanlarından oluşan ekiplerin oluşturulması ve ekip çalışması yapılması zorunlu hale gelmiştir. Bir liderin olmazsa olmaz özelliği duygusal zekâsıdır. Lider kendini ve içinde bulunduğu bağlamı iyi tanıyıp, hedefe yönlendirip, motive ederek iletişim ağını oluşturup çevresini şekillendirebilmelidir. Tıp eğitiminde, çalıştığı birçok ekibin lideri konumunda çalışacak olan hekimlerin bu özelliklerinin farkında olarak yetişmesi için eğitim programları zenginleştirilmektedir.
Yöntem: Çalışmamız farklı açılardan duygusal zekâ ile liderlik ilişkisine ve ülkemizde hekimlerin liderlik kavramı ile ilgili güncel yaklaşımına ışık tutarak, eğitimde geliştirilmesi gereken noktalarla ilgili yol gösterici olacaktır. Tanımlayıcı tipte-kesitsel bir çalışma olup, web üzerinden sosyo-demografik form ile duygusal zekâ ve liderlik ölçekleri uygulanıp veri analizi yapılmıştır.
Bulgular: Klinik liderlik ölçeği için ana branş grupları açısından (Cerrahi-Dahili-Temel tıp branşları) duygusal zeka ölçek skorlarında farklılıklar açısından tek yönlü varyans analizi uygulanmış ve gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,329). Duygusal Zeka Ölçeği ile Klinik Liderlik Ölçeği korelasyonu incelendiğinde pozitif yönlü ve 0,465 katsayılı bir ilişki saptanmıştır. Duygusal zekâ ölçeğindeki bir birim artış klinik liderlik puanını 0,46 katsayı oranında etkilemektedir. Orta derece bir ilişki olduğu görülebilir.
Sonuç: Duygusal zekâ ile klinik liderlik eğitiminin müfredata entegrasyonu ile ilgili ülkemizde de geniş kapsamlı ve ileriye dönük çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Objective: In the current system, where there is an increasing burden of knowledge and complex health issues, along with complex tasks related to individual skills being insufficient alone in problem-solving, the formation of teams consisting of different areas of expertise and working together for the same purpose, sharing different responsibilities of the task, has become mandatory. A leader’s essential quality is emotional intelligence. A leader should well understand themselves and the context they are in, and be able to direct, motivate, establish a communication network, and shape their environment. In medical education, programs are being enriched to ensure that future physicians, who will lead various teams, are aware of these qualities.
Methods: Our study will shed light on the relationship between emotional intelligence and leadership from different perspectives and the current approach to the concept of leadership among physicians in our country, guiding areas to be developed in education. It is a descriptive cross-sectional study, where emotional intelligence and leadership scales were applied through a web-based socio-demographic form, and data analysis was conducted.
Results: In the clinical leadership scale, no significant difference was found between the main branch groups (Surgery-Internal Medicine-Basic Medical Sciences) in terms of emotional intelligence scale scores according to one-way analysis of variance (p=0.329). A positive correlation of 0.465 was found between the Emotional Intelligence Scale and the Clinical Leadership Scale.
Conclusion: An increase of one unit in the emotional intelligence scale affects the clinical leadership score by a factor of 0.46. A moderate relationship is observed.

10.Effect of Chewing Gum and Stress Ball on Labor Pain, Duration of Labor, and Birth Satisfaction: A Randomized Controlled Study
Şahika ŞİMŞEK ÇETİNKAYA, Ayşenur DURMUŞ
doi: 10.4274/forbes.galenos.2024.71501  Pages 51 - 58
Amaç: Kadınlarda sakız çiğnemenin (GG) ve stres topu (BG) kullanımının doğum ağrısı, doğum süresi ve doğum memnuniyeti üzerine etkilerini araştırmaktır.
Yöntem: Bu çalışma randomize kontrollü deneysel bir çalışma olarak doğum kliniğinde gerçekleştirildi. Doksan altı kadın rastgele üç gruba ayrıldı. Araştırmanın örneklemini 32’si GG grubunda, 32’si BG kullanma grubunda ve 32’si kontrol grubunda olmak üzere 96 hamile kadın oluşturdu. Latent faz ve aktif fazda annenin ağrısı başladığında; BG kullanan gruba 20 dakika boyunca BG sıktırıldı, GG grubuna 20 dakika sakız çiğnetildi, kontrol grubuna ise sadece standart bakım verildi. Kadınlar müdahale öncesi ve sonrası ağrı yoğunluğu ve müdahale sonrası memnuniyet düzeyi açısından değerlendirildi. Verilerin toplanmasında, kişisel bilgi formu, doğum eylemine ilişkin izlem formu, Visual Analog Skala ve doğum memnuniyet ölçeği kullanıldı.
Bulgular: GG ve BG gruplarında müdahaleler sonrasında doğum ağrısı kontrol grubuna göre daha azdı. Aynı zamanda GG ve BG gruplarının doğum memnuniyeti kontrol grubuna göre daha yüksekti (p<0,05).
Sonuç: GG ve BG tekniklerini kullanmak, primipar kadınlarda doğum ağrısı ve tatmini üzerinde son derece etkilidir. İki müdahale arasında doğum ağrısının azaltılmasında hiçbir fark yoktu. Bu müdahalelerin doğum süresine hiçbir etkisi yoktur. Bu sonuçlar, GG’nin ve BG’nin doğum ağrısının giderilmesinde etkili hemşirelik ve ebelik müdahaleleri olduğunu ve güvenle kullanılabileceğini göstermektedir.
Objective: To investigate the effects of gum chewing (GG) and stress ball (BG) use on labor pain, labor duration, and birth satisfaction in women.
Methods: This study was conducted in a maternity clinic as a randomized controlled experimental study. Ninety-six women were randomly divided into three groups. The sample of the study consisted of 96 pregnant women, 32 in the GG group, 32 in the BG use group, and 32 in the control group (CG). When the mother’s pain began in the latent phase and active phase; The group using the BG had the BG squeezed for 20 min, the GG group had gum chewed for 20 min, and the CG received only standard care. Women were evaluated before and after the intervention in terms of pain intensity and postintervention satisfaction level. Personal information form, labor follow-up form, Visual Analog Scale, and birth satisfaction scale were used to collect data.
Results: After the interventions, labor pain was less in the GG and BG groups than in the CG. At the same time, birth satisfaction in the GG and BG groups was higher than the CG (p<0.05).
Conclusion: GG and using BG techniques are extremely effective in alleviating labor pain and satisfaction in primiparous women. There was no difference in labor pain reduction between the two interventions. These interventions have no effect on labor duration. These results show that GG and BG are effective nursing interventions for relieving labor pain and can be safely used.

11.Evaluation of Sonographic Features with TIRADS of Malignant Cytology, Suspicious for Malignancy, and Follicular Neoplasm Thyroid Nodules According to the Bethesda Reporting System
Hülya ÇETİN TUNÇEZ, Ahmet BOZER, Merve SANAĞ, Asuman ARGON
doi: 10.4274/forbes.galenos.2024.76588  Pages 59 - 64
Amaç: Tiroid nodülleri oldukça yaygın olup prevalansı toplumda %19-68’dir. Tanıda altın standart ince iğne aspirasyon sitolojisidir (İİAS). Çalışmamızda Bethesda Tiroid Sitopatolojisini Raporlama Sistemine (BTSRS) göre IV, V, VI (malign sitoloji, malignite kuşkulu sitoloji (MS-MKS) ve foliküler neoplazi (FN) olan tiroid nodüllerinin sonografik özelliklerini inceledik. Amerikan Radyologlar Koleji’nin (ACR) Tiroid Görüntüleme Raporlama ve Veri Sistemi (TIRADS) sınıflandırması ile korelasyonunu değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: 2019 ile 2023 tarihleri arasında İİAS sonuçları BTSRS’ye göre IV, V, VI saptanan 198 nodülün ultrason (US) özellikleri retrospektif olarak incelendi. ACR-TIRADS kategorizasyonuna göre 1 ila 5 arasında sınıflandırıldı. İİAS sonucu tanısal olmayan sitoloji, benign sitoloji ve önemi belirsiz atipi saptanan nodüller çalışma dışı bırakıldı. Bulgular: Yüz doksan sekiz nodülden 153’ü MS-MKS, 45’i FN grubundaydı. Kadın/erkek oranı; 155/43 ve yaş ortalaması 48,8±13,1’di. Nodüllerin ortalama boyutu 18,7 mm idi (minimum: 6 mm, maksimum: 66 mm). FN grubunda boyut ortalaması 21,2±9,2 mm, MS-MKS grubunda 18±9,3 mm saptandı. FN grubunda nodül boyutu istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,013). Nodüllerin 16’sı (%8) TR 2, 33’ü (%16) TR 3, 113’ü (%57) TR 4, 36’sı (%19) TR 5 grupta idi. MS-MKS grubunda TIRADS skoru daha yüksek bulundu (p=0,041). FN grubunun %93’ü, MS-MKS grubunun %92’si tek nodül zeminindeydi. Diğer verilerde her iki grubun karşılaştırmasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı. Sonuç: TIRADS raporlama sistemi tiroid nodüllerinin malignite potansiyelinin belirlenmesi ve gereksiz biyopsilerin önüne geçilmesinde yardımcı olmaktadır. Tek nodül varlığı malignite açısından anlamlı bir bulgu olabilir. Ayrıca foliküler tiroid karsinomunun US özelliklerinin tipik TIRADS kriterlerinden farklı olabileceği ve papiller tiroid karsinomundan ayrımda boyutun anlamlı bir bulgu olduğu akılda tutulmalıdır.
Objective: Thyroid nodules are common and prevalence is 19-68% in the population. The gold standard diagnosis is fine needle aspiration cytology (FNAC). In this study, we examined the sonographic features of thyroid nodules with IV, V, VI [malignant cytology, malignancy suspected cytology (MC-MSC), and follicular neoplasia (FN)] according to the Bethesda Thyroid Cytopathology Reporting System (BTCRS). We aimed to evaluate its correlation with the American College of Radiologists’ (ACR) Thyroid Imaging Reporting and Data System (TIRADS) classification.
Methods: Ultrasound (US) features of 198 nodules detected as IV, V, and VI according to BTCRS in FNAC results were retrospectively examined. They were classified according to the ACR-TIRADS categorization from 1 to 5.
Results: Of the 198 nodules, 153 were in MS-MSC and 45 were in FN. Female/male ratio; 155/43 and the mean age was 48.8±13.1. The mean size of the nodules was 18.7±9.3 mm. The mean size was 21.2±9.2 mm in the FN group and 18±9.3 mm in the MS-MSC group. Nodule size was found to be statistically significant in the FN group (p=0.013). The TIRADS score was found to be higher in the MS-MSC group (p=0.041). Ninety-three percent of the FN group and 92% of the MS-MSC group were based on a single nodule.
Conclusion: TIRADS helps determine the malignant potential of thyroid nodules and prevent unnecessary biopsies. The presence of a single nodule may be a significant finding in malignancy. US features of follicular thyroid carcinoma may differ from typical TIRADS criteria, and size is a significant finding in distinguishing it from papillary thyroid carcinoma.

12.Effectiveness of the Limberg and Karydakis Procedures in Complicated Pilonidal Sinus Disease
Yasin GÜNEŞ, Emre TEKE
doi: 10.4274/forbes.galenos.2024.19970  Pages 65 - 70
Amaç: Komplike pilonidal sinüs hastalığının (KPSH) tedavisinde kabul edilmiş bir altın standart yöntem yoktur. Bu çalışmanın amacı Limberg prosedürünün (LP) ve Karydakis prosedürünün (KP) KPSH tedavisindeki etkisini incelemektir. Yöntem: Temmuz 2020 ile Temmuz 2023 tarihleri arasında KPSH nedeniyle ameliyat edilen toplam 44 hasta çalışmaya dahil edildi. Bu hastalar iki gruba ayrıldı: LP grubu ve KP grubu. Hastalar ortalama 18,9 ay takip edildi.
Bulgular: İki grup arasında preoepratif özellikler açısından fark yoktu (p>0,05). Komplikasyonlar KP grubunda daha yüksekti ve istatistiksel anlamlılığa yaklaştı (p=0,052). Bu durum LP grubunda %13,6 iken KP grubunda %45,5 oranında yara açılması görülmesine bağlandı (p=0,021). LP grubunda medyan işe dönüş süresi 20,5 gün, iyileşme süresi ise 30 gündü. KP grubunda medyan işe dönüş süresi 30 güne, iyileşme süresi ise 56 güne çıktı. İki grup arasında nüks açısından fark yoktu (p=0,607).
Sonuç: LP, daha hızlı işe dönüş ve iyileşme süresi nedeniyle KPSH tedavisinde önerilir.
Objective: There is no accepted gold standard method for treating complicated pilonidal sinus disease (CPSD). The objective of this study was to examine the effect of the Limberg procedure (LP) and the Karydakis procedure (KP) for treating CPSD.
Methods: A total of 44 patients who underwent surgery for CPSD between July 2020 and July 2023 were included. These patients were divided into two groups: the LP and KP groups. The patients were followed up for an average of 18.9 months.
Results: There were no differences in preoperative characteristics between the two groups (p>0.05). The complications were higher in the KP group and approached statistical significance (p=0.052). This situation was attributed to a 45.5% incidence of wound dehiscence in the KP group compared with 13.6% in the LP group (p=0.021). In the LP group, the median time to return to work was 20.5 days, whereas the healing time was 30 days. In the KP group, the median time to return to work was extended to 30 days, with a healing time of 56 days. There was no difference in recurrence between the two groups (p=0.607).
Conclusion: LP is recommended for treating CPSD because of its faster return to work and healing time.

CASE REPORT
13.Known But Forgotten Disease: A Ten-year-old Scurvy Case
Özlem ÜZÜM, İnci Türkan YILMAZ, Ceyda TANRIVERDİ, Fatma Ceren SARIOĞLU, Gülberat İNCE, Belde KASAP-DEMİR, Ali KANIK
doi: 10.4274/forbes.galenos.2023.00821  Pages 71 - 75
Bu olgu sunumunda, C vitamini eksikliğine bağlı skorbüt hastalığı tanısı alan serebral palsili 10 yaşındaki erkek hastanın semptomları, tanı ve tedavi süreci sunulmaktadır. On yaşında serebral palsi ve epilepsi tanılı erkek hasta, üç haftadır sağ ayak bileği ve sol dizinde ağrı, şişlik, basamama şikayetleri ile başvurdu. Sol diz ve sağ ayak bileğinde şişlik ve ödem mevcuttu. Bacaklarda peteşiyal lezyonlar ve ekimoz mevcuttu. Ayrıca dişeti kanaması ve hipertrofi gözlendi. Laboratuvar incelemelerinde anemi ve akut faz reaktan yüksekliği saptandı. Non-steroidal anti-enflamatuvar tedavi başlandı ancak gerileme olmadı. Sol diz grafileri ve manyetik rezonans görüntüleme yapıldı ve metafiz hattında yoğun çizgiler tespit edildi. Hastanın yoğun çizgi bulgusu, miyalji, peteşiler, demir tedavisine yanıt vermeyen anemi, dişeti hipertrofisi ve kanaması değerlendirildiğinde skorbüt hastalığı ile uyumlu bulundu. Gıdaya kolay erişim ve sağlıklı beslenme bilgilerinin yaygınlığına rağmen, olgumuzda olduğu gibi seçici beslenen otizm spektrum bozukluğu veya nörogelişimsel geriliği olan hastalarda bu semptomların varlığında skorbüt hastalığı düşünülmelidir.
In this case report, the symptoms, diagnosis, and treatment process of a ten-year-old male patient with cerebral palsy diagnosed with scurvy due to vitamin C deficiency are presented. A 10-year-old male patient with a diagnosis of cerebral palsy and epilepsy was admitted with complaints of pain, swelling, and inability to step on the right ankle and left knee for 3 weeks. Swelling and edema were present in the left knee and right ankle. There were petechial lesions and ecchymosis on the legs. In addition, gingival bleeding and hypertrophy were observed. Laboratory examinations revealed anemia and acute phase reactant elevation. Non-steroidal anti-inflammatory therapy was initiated, but no regression was observed. Radiographs of the left knee and magnetic resonance imaging were performed, and dense lines were detected in the metaphyseal line. When the patient’s dense lines finding, myalgia, petechiae, anemia that is unresponsive to iron treatment, gingival hypertrophy, and bleeding were evaluated, it was found to be compatible with scurvy disease. Despite the prevalence of easy access to food and healthy nutrition information, scurvy disease should be considered in patients with selectively fed autism spectrum disorder or neurodevelopmental retardation, as in our case.

14.Are You Sure it is a Sexual Abuse?
Yavuz DEMİRÇELİK, Selcen KUNDAK, Özlem BAĞ
doi: 10.4274/forbes.galenos.2024.50251  Pages 76 - 78
Vulvar liken skleroz, çocukluk çağında nadir görülen bir dermatoz türüdür. Klinik bulguları, cinsel istismarla karışabilme olasılığı nedeniyle özellikle çocukluk döneminde ayırıcı tanının titizlikle yapılmasını gerektirir. Bu yazıda, Çocuk İzlem Merkezi’ne cinsel istismar ön tanısıyla başvuran bir liken skleroz olgusu sunulmaktadır. Teşhis süreci, multidisipliner bir yaklaşımı içermektedir.
Vulvar lichen sclerosis is a rare dermatosis in childhood. Clinical signs may be confused with sexual abuse, so differential diagnosis requires careful evaluation, especially during childhood. In this report, we present a case of lichen sclerosis who was referred to Child Advocacy Center with an initial diagnosis of sexual abuse. The diagnostic work-up included a multidiciplinary approach.